News >> Blog >> Blogcu Anne
Kişisel hastalık tarihimde iki ikonik an var. Aslında üç… Birincisi, 2015 Şubat’ında, Deniz’le Derin’i üç haftalık kuzenleriyle tanıştırmak için İzmir’e götürdüğümde, Ece’lerin salonundaki divanda otururken üzerime çöken ağırlık hissiyle birlikte giderek minderlere gömülmem ve bir daha da kalkamam. Aniden yükselen ateşim o gece bayılıp yere düşmeme, ertesi gün hastaneye gidip influenza teşhisi konulmasına, ilerleyen günlerde...
Bundan yaklaşık sekiz sene önce, ilk kitabım Annelik Her Zaman Tozpembe Değil’in yayımlanmasından bir sene sonra, o zamanlar Dijital Topuklar’a ilham vereceğini bilmediğim Blogher‘e katılmak üzere San Francisco’ya uçarken, tam uçaktayken yani, ikinci kitabımı yazdım. Henüz uçak iniş yapmadan, ben taslağını çıkarmıştım. Araya giren bir sürpriz gebelik, bir Dijital Topuklar, bir küresel pandemi, bir şehirler...
Bundan neredeyse üç sene önce bir e-posta aldım. Bilge Yalçın Baştimur, “Regretting Motherhood” (Annelikten Pişman Olmak) isimli bir kitabı Türkçeye çevirdiğini, ancak yayınevinin, kitabı, kendisinin önerdiği orijinaline uygun başlık yerine kitabın içeriğine zıt bir başlıkla basarak kitabın mesajını görünmez hale getirdiğini söylüyordu. Sadece bu değil; kapak tasarımı/arka kapak yazısının da kitabın içeriği ile ters düştüğünü...
1999 senesinde, yeni evli bir kadın olarak master yapmak için Amerika’ya gittikten bir buçuk ay sonra çok sevdiğim halamı ve kıymetlim iki kuzenimi trafik kazasında kaybettik. Hayatımın en zor günleriydi. Yeni evliydik, yeni bir hayat kurmaya çalışıyorduk, Doğan benden bir sene önce Amerika’ya gittiği için daha yerleşikti ve çok yoğun çalışıyordu, bense yapayalnızdım. Tek arkadaşım,...
Bu eve taşındığımızda, annemlerin katına giden merdivenin altını kapatıp depo haline getirmiştik. Ancak evin geri kalanında olduğu gibi, orada da malzeme ve/veya işçilik konusunda eksiklik olduğundan olsa gerek, Bodrum’un geleneksel rutubet sorunuyla da birleşince ciddi bir rutubet problemi yaşanıyordu el kadar depoda. Neyse geçtiğimiz yaz başı filtreler, havalandırmalar falan takıldı ve kışa hazırlanıldı. Kış geldi,...
Nereden başlayacağıma karar veremeyecek kadar çok uzun zamandır buraya yazmıyorum. Birkaç saniyeliğine de olsa “La benim blog şifrem neydi?” diye duraksayacak kadar uzun süredir yazmıyorum. En son yazdığımda net görmemi sağlayan yakın gözlüğüm beni artık ekrana bakarken başımı geriye itmek zorunda bırakacak kadar uzun zamandır yazmıyorum. Bilmem anlatabildim mi? En son yazdığımdan bu yana yedi...
Eğer hayatımın bir gününün filmi çekilecek olsaydı mesela o gün bugün olabilirdi. 7 Nisan 2021. Her zamanki gibi başladı gün. Sabah Derya’yı okula bırakıp eve geldim, yazımın başına geçtim. 29 Mart’tan bu yana kitaba tamamen kendimi verdim, bu sefer bitmeden kalkmayacağım, kesin bilgi. Ben haldır huldur yazarken annem aradı (üst kattan), dedi “Böyle böyle, baban...
Cumartesi sabah ulaştı elime Sepin’in kitabı, Ağıtların Tanrısı. Heyecanla bekliyordum. Cumartesi öğleden sonra #kendineaitbiriçerik atölyemiz vardı Peri’yle. Her ne kadar atölye öğleden sonra olsa da, sabahından başlıyor benim heyecanım. Sanki bir yere gidecekmişim gibi giyiniyorum, makyaj yapıyorum, kafamı boşaltıyorum, atölyenin havasına giriyorum erkenden… Atölyeden başka bir şey yapmamaya, düşünmemeye çalışıyorum öncesinde. Ama Sepin’in kitabını çok...
Geçenlerde birisi bir yazıma “Seni okumak bana iyi gelmiyor” diye yazmıştı; işin enteresan kısmı, yazımı okuduktan sonra yazmıştı bunu, keşke okumasaydı. Çok depresif yazıyormuşum. Aslında ben yazılarımı başkalarına iyi gelmesi için yazmıyorum, kendim iyi hissetmek için yazıyorum, ne mutlu bana ki başkalarına da iyi geldiği oluyor ama işte bazen gelmediği de oluyor, bu da öyle...
Bu blogda daha önce de “Kaldığımız yerden“ gibi, “Nerede kalmıştık?” gibi, bıraktığım yerden devam ettiğimi ima eden başlıktaki yazılarım olmuştu. Ama onlar daha çok uzun bir tatil sonrası, bir dönem zorunlu bir yazma arası sonrası, ne bileyim, Dijital Topuklar sonrası yazmaya kaldığım yerden devam ettiğimi anlattığım yazılardı. Bu, biraz daha farklı… Bu, hayata kaldığım yerden...
Eğer her şey planladığımız gibi gitseydi şu an İstanbul’a varmak üzere olacaktık. Geçen haftalarda boğazımdaki nodüllere yapılan biyopsiden sonra almak istedi doktorlar, dedim “Sizi mi kıracağım? Alın gitsin.” Bu hafta ameliyat olacağım. Dün toplandık toparlandık, çoluk çocuk gideceğiz bu kez, bavulları hazırladık falan… Bu sabah uyandık ki ne görelim, sen bizimkilerden birinin burnu tıkan, ak,...
Pandeminin ilk zamanlarında her şey ne güzeldi… Güzeldi derken, elbette bir belirsizlik ve onun getirdiği bir korku vardı. Yine de, hızla akıp giden ve yetişemediğimiz hayatımızın, elimizde olmadan bile olsa yavaşlamak zorunda kalmasının verdiği bir rahatlama hissi de vardı. Geleceğe dair kaygılar yaşıyor olmama rağmen, günlük hayatımda zorlanıyor olmama rağmen, çocukların sürekli evde olmalarına, daha...
“Kızlık (bekâret) zarı dikilir ama bozulan anayasal düzen tamir edilemez” demiş Cumhuriyet gazetesinde Özdemir İnce. AKP ve MHP’nin el birliğiyle anayasayı işlevsiz hale getirme girişimlerini incelediği ve “Kız oğlan kız ama altı aylık gebe” başlığını attığı yazısında korkunç ancak ne yazık ki alışageldiğimiz türden bir hataya düşmüş. Çocukluğumda her sabah ekmekle birlikte evimize giren, üniversite...