Yaşam >> Yeni Şafak Hayat


Kızının geleceği için Türkiye’ye döndü: Dr. Şöhret Karaduman


Link [2022-10-11 17:56:20]



Dr. Şöhret Karaduman, Hannover Üniversitesi’nde Sosyoloji, Psikoloji ve Siyasal Bilimler olmak üzere 3 bölümden lisansını ve yüksek lisansını tamamladı. Tieräztliche Hochschule Hannover’de Nörobilim üzerine doktora yaptı. İlerleyen yıllarda Amerika’ya taşındı ve 6 yıl boyunca Silikon Vadisi’nde çalışmalarına devam etti. Palo Alto'da Cora Op-Ed on Complexity of Domestic Violence'de görev aldı, Family Alliance for Counseling Tools & Resolution'da proje direktörlüğü yaptı.

Türkiye’ye temelli dönüş yapan Karaduman, Dünya Çocuk ve Aileyi Koruma Platformunun Bilim Kurulu üyesi olarak çalışmalarını sürdürüyor.

- Bugün sizinle Saklı Kalanlar isimli özel serimizin 18. bölümünde birlikteyiz. Hocam biz sizi; Kayseri’de doğmuş, Almanya’ya göç etmiş, ardından Amerika’da yaşamış, son olarak Türkiye’ye temelli dönüş yapmış bir bilim insanı olarak tanıyoruz. Fakat sizi hiç tanımayanlar için Şöhret Karaduman kimdir? Sizden dinleyelim...

Şöhret Karaduman, Kayseri'nin küçük bir köyünde doğmuş bir insan sonra babası Almanya'ya 70'lerde işçi olarak göç eden ailelerden birisi daha sonra ailesini de Almanya'ya getiriyor ben ve iki ablam ve abim Almanya'ya gidiyoruz. Orada büyüyoruz hepimiz ben bütün eğitimimi orada alıyorum ilkokul ortaokul üniversite vs. vs. vs. Çalışmaya başlıyorum, orada yaşıyorum daha sonra Amerika'ya gidiyoruz ilk eşim vefat ettikten sonra ikinci evliliğimi yapıyorum. Amerika'ya gidiyoruz, orada kızımız dünyaya geliyor. Hayatımız ve dünyaya bakış açımız çok değişiyor, birden değişiyor... Diyoruz ki "Biz geri gidelim en iyisi ailemizin olduğu yere Almanya'ya." Almanya'da çok kısa bir müddet kalıyoruz bir sene kadar, çünkü anladık ki Almanya, bize kocama ve bana açtığı yaraları kızımıza açmasını istemiyoruz. Diyoruz ki "Biz Türkiye'ye gidelim en iyisi, orada merhameti, arkadaşlığı, aileyi, manevi kavramları öğrensin bizim gibi kaybolmasın." O yüzden Türkiye'ye geliyoruz.

- Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Ablamlar ve abim onlar da Almanya'da eğitimlerini tam tamamlayamıyorlar erken iş hayatına giriyorlar, malum işçi kesimiz Almanya'da geçim zor, eğitim seviyesi o Türkçe'de ne olduğunu tam bilmiyorum da işçi göçmenlerin eğitim seviyesi de belli. Üniversiteye gidenler çok az, hatta aileden tek üniversiteye giden ben oluyorum. Bu tabii ki Almanya'da çok küçük bir kasabada büyüdüğüm için hoş karşılanmıyor il önce, "Kız nasıl olur da üniversiteye gider?" diye bunun büyük bir mücadelesini veriyorum ben "Okuyacağım illa okuyacağım ben" diye annem destekliyor, aslında bildiğimiz eski 60'ların 70'lerin kültürel yapısında babanın dominant olduğu erkekliğin dominant olduğu bir ailede büyüyorum. Kızların öne çıkması pek teşvik edilmiyor tabii ki ama ben Almanya'da okulda farklı olduğumu bana öğretmenler yansıtıyor. 'Yabancı düşmanlığı', ilk günden beri vardı zaten Almanya'da yabancı düşmanlığı, bana farklı olduğumu anlattılar hep sürekli benim okumamı hem oradaki Türk kesim desteklemedi en çok da Alman öğretmenler desteklemedi. Hatta şöyle bir senaryo var ortaokuldayız sınıfta iki tane Türk var sadece öğretmen soruyor "Liseye kim gidecek el kaldırsın?" Almanya'da okul sistemi farklıdır herkes liseye gidemez. Elimi kaldırıyorum, bütün sınıfı güldürüyor "Aa bak bu da liseye gidecek" sonra diyor ki bana "Sen yanlış anlama ben liseye giden hiçbir Türk tanımadım o yüzden fazla hayallerini yüksek tutma" diyor bana, bu bana ekstra bir azim veriyor ve karneme de yazıyorlar ki "Bu kız en iyisi" 'Hauptschule' terim vardır bu lise de değildir ortaokul düzeyinde bir okuldur ona gitsin diye teşvik veriliyor. Ben bunu kendime yediremiyorum o kağıdı alıyorum gidiyorum lise ve ortaokul arası bir okul sistemi var 'Realschule' diye oradaki müdüre gidiyorum diyorum ki "Ben bu okulda okumak istiyorum." Adamı zor ikna ediyorum beni okula almaları için. Yaşım kaç? 12-13? O zamanlar da kendimi okula kabul ettiriyorum, onu başarıyla bitiriyorum sonra liseye gidiyorum. Liseyi de tek Türk olarak ben bitiriyorum. Bunu övmek için demiyorum onların bana yaptığı küçümseme dışlama yabancı düşmanlığı beni öyle kamçılıyor ki, üniversiteyi de kazanıyorum sonuçta hatta üniversitemi de takdirle bitiyorum. Bunu bir aralar şöyle düşünüyordum bana bu karneyi yazan öğretmenin yanına gidip göstermek istemiştim çok istemiştim ama şimdi de düşünüyorum ki hiç gerek yok o kadının bağnaz düşüncesi.

- Demoralize olduğunuz günler olmadı mı hiç?

Çook çok. Ben çok ağlamışlığım vardır, öğretmenlere karşı çıkıştığım, çünkü İslam'ı benim kimya öğretmenim ders girişinde İslam üzerine benimle tartışmak istemiştir. Sınıftan ağlayarak çıktığım çok olmuştur, öğretmenlerle tartıştığım için kırık not aldığım çok olmuştur. Arkadaş çevrem hiç olmamıştır, hiçbir doğum gününe çağrılmamışımdır Alman arkadaşlar tarafından dışlanmışlık hep vardı.

Hiç unutmuyorum küçük kasabada yaşıyoruz kar topu atıyorlar bizim camlarımıza "Pis Türkler defolun!" diye. Otobüste yanıma kimse oturmuyor yanımdan geçerken söyledikleri cümle şu hiç unutmayacağım, çocuğum da... "Sen çöp tenekesi gibi kokuyorsun, sarımsak kokuyorsun, pis Türkler!" Bunları ben hep duydum. Bunları yaşamayan Türk ben zannetmiyorum o dönem olmasın. Çünkü ırkçılık hep vardı hatta annem bizim bankada ilk üniversite harcımı kayıt parasını yatırmak için bankaya gidiyoruz annemle, niye annemle gidiyoruz çünkü onun hesabı ben tercüman olarak gidiyorum, banka müdürü kağıda bakıyor bana bakıyor kağıda bakıyor "Üniversiteye mi gideceksin sen?" diye inanılmaz bir şaşkınlık yaşıyor. Ben dedim "Evet" hiç o şeyle yani bize hiçbir şeyi yakıştıramadılar. Bizden sadece çöpçü, dönerci şimdi daha iyi meslekler o zaman o da yoktu bunlar olurdu ancak sadece bize onu layık görüyorlardı. Üniversiteye gitmem o banka müdüründeki o şaşkın ifadeyi hiç unutmayacağım, gerçekten hiç unutmayacağım... Şimdi dönüp bakınca çok komik buluyorum ama o zamanları çok onur kırıcı bir şey, ciddi şekilde çok onur kırıcı bir şeydi...

Dediğim gibi onların beni ezmesi beni daha çok kamçıladı, hatta hiç unutmuyorum ben lisedeyken Türk konsolosluğuna Hannover Türk Konsolosluğu'na mektup yazdım dedim ki "Ben Türkiye Cumhuriyeti için çalışmak istiyorum ne yapabilirim?" diye. Çok tatlı da bir cevap gelmişti o zaman konsolos beyden Allah razı olsun belki hatırlar çok seneler olmuştu. Bunu ben bir mücadeleye çevirdim, teneffüslerde hep kütüphanede oturmuşumdur mesela hiç teneffüse çıkmadım. Teneffüste kütüphanede otururdum kitapları incelerdim, Türk düşmanlığı İslam düşmanlığı olan kitapları bulup yayınevlerine mektup yazmışlığım vardı. Ben de çok değişik bir psikoloji uyandırdı dışlanmak, bu yola sanki beni sürükledi sanki Allah beni bu yola hazırlamış gibi bir şey oldu çok çok ilginç zaten bütün hayatıma bakarsan böyle bir şeye hazırlandım. Sana da daha önce demiştim ya Nasrettin Hocanın hikayesini "Bana damdan düşeni getirin." Allah beni damdan düşürdü ki daha sonra meslek hayatımda da benim yaşadıklarımı yaşayan insanlara faydalı ve yardımcı olmak için.

- Eğitim hayatınızdan bahseder misiniz?

Allah'ın verdiği azim, gerçekten ben şuna inanıyorum psikolojide de bu vardır, trajik olaylar insanı ya kırar ya da güçlendirir. Bu her şey için geçerlidir, trajik olaylar beni hep güçlendirdi, beni ezmek yerine beni daha çok kamçıladı ve ondan sonra zaten Allah karşıma o kadar iyi insanlar çıkardı ki, benim üniversite hocam kendisi vefat etti o fakültenin dekanıydı, lisans tezimde yüksek lisans tezimde özelimde, her şeyim de o kadar büyük bir destek sağladı ki burada ilerlemem de bu şeyleri yapmam da bana olan inancı bu bence bir yere kadar, Şöhret sen dayanacak mısın? Dayanacaksan bak sana bu mükafatları vereceğim dedi. Aynı burası için de geçerli Türkiye geldikten sonra dönmeyi düşündüm sonra siz, Ersin Bey karşıma çıktı ve adını söylemek istemediğim çok daha fazla kişiler.

Üniversitede gerçekten çok kolaylıkla verdim bana çok kolay geldi hatta takdirle bitirdim ondan sonra zaten doktora tezimi o kişi de aynı şekilde benim yapmak istediğim sonradan patronum oldu sonradan çok hoşgörülü davrandı çünkü doktora dönemim tam ilk rahmetli eşimin hastalık dönemine denk gelmişti yani ben Frankfurt'ta oturuyordum; gece 3'te kalkıyordum, trene biniyordum, Hannover'e gidiyordum, derslere giriyordum, geri geliyordum, eşime bakıyordum. Kemoterapisi vs. baya zorlu bir dönemdi. Hocama dedim "Dondurabilir miyim bir süreliğine?" çünkü git gide ağırlaşıyordu ve zaten birkaç ay sonra vefat etti. O da sağ olsun hoşgörü ile karşıladı ve ondan sonra devam etmemi de sağladı. Hatta öyle ki daha sonra çalıştığı hastanenin başhekimi hastane müdürüydü, "Şöhret gel sen burada çalış, çünkü senin çok güzel fikirlerin var" dedi ve orada da ilk Türklere hitap eden hastane konseptini yazdırdı bana 2 sene bunun üzerine çalıştım. Çünkü Türkler nedense çok sık hastalanıyordu ve bütün imkanlara rağmen istedikleri tedavi sonuçlarını alamıyorlardı.

- Amerika'da ne iş yaptınız?

İlk önce Los Angeles'a gittik, eşimin işi sebebiyle oraya, ben hastanede işimi bitirdikten sonra Amerika teklifi geldi eşime "Tamam gidelim" dedik. Eşim yine başka yerden Silikon Vadisi'nden teklif geldi oraya gittim orada da CORA (Op-Ed on Complexity of Domestic Violence) diye bir enstitü var diye bir enstitü var orada mağduriyet yaşayan kadınlar psikolojik desteğe ihtiyacı olan kadınlar için çalıştım, daha uzun süre Factr (Family Alliance for Counseling Tools & Resolution) diye bir kuruluş var orada da Meksika'dan göç eden Vietnam'dan gelenler yani ilticalılara hukuki ve psikolojik hizmet veren bir kuruluş için çalıştım orada da proje direktörlüğü yaptım.

Orada da bir proje hazırlamıştım 'Aile Kitabı' diye. Çünkü çoğu insanlar iyileşmenin kendi hayat hikayelerini anlatarak iyileştiklerini fark ettik, o projeyi hayata geçirdik onun üzerine çok çalıştım sonra hamile olunca belirli bir süre sonra işi bırakmak zorunda kaldım tabii ki çocuğumuz dünyaya geldi.

- Bahsettiğiniz 'yara izleri' ile tam olarak neyi kastediyorsunuz?

Biz internet çağında büyümedik, Allah'a şükür büyümedik ama her Türk gibi kimlik arayışı içindeydik. Çünkü ne Türk'sünüz ne Alman'sınız, kapıdan çıkınca Alman sosyo-kültürel hayatın içinde olmak zorundasınız. Oradaki gerçekler evinizde yaşadığınız gerçeklerle çok farklı. Şöyle bir örnek anlatayım size, ilkokulda annem evden çıkarken annem bana derdi ki, "Ekmeğini yerken arkadaşlarına da sor canları çekebilir." Bunu yapıyordum, benim ekmeğim kalmıyordu aç kalıyordum ilkokulda. Kültürler çok farklı, bu çok küçük bir örnek ama bundan yola çıkarsanız; aile kavramı çok farklı Almanlarda, arkadaşlık, ilişkiler çok farklı ve sizin bir süre sonra neyin doğru neyin yanlış olduğunu kayabiliyorsunuz ve ben bu üniversite zamanlarında kaydım, kayboldum. Tamamıyla kendi kültürümden koptum, ailemden koptum. Çünkü çoğunluk müthiş bir çoğunluk bana şunu diyor mesela her gün annemle telefonlaşırken "Ya sen ne kadar bağımlı bir insansın, sen de gerçekten sende psikolojik problem olması gerekiyor. İnsan her gün annesi ile konuşur mu?" vs. vs. böyle şeyler empoze edilmeye başladı. Sonra başlıyorsunuz düşünmeye "Allah Allah ben mi şeyim?" çünkü bu her taraftan geliyor. Sonra ben Türk kimliğimi bırakıp Alman kimliğine daha çok gitmeye başladım. Orada tamamıyla özgür yaşam, "Ya bu çok güzelmiş o baskıcı şeyler her şeyden kurtulmak." Nasıl anlatayım size? Kimlik kişiliği krizi yaşıyorsunuz. Orada benim zaten hastanede tedaviye gelen çoğu gençler anne babalar hep bundan yakınıyordu çünkü o çocuklar da aynı evrelerden geçiyorlar, kimlik krizi yaşıyorlar. Şimdiki cinsiyet kimlik krizi, ondan önce kültürel kimlik krizi vardı Almanya'da veya Batı'da. Onu ben yaşadım, kendi kimliğimden tamamıyla çıkmış böyle özgürlüğün dibine vurdum ama o kadar mutsuz oldum ki, özgürleştikçe mutsuz oldum bağımsız oldukça bağımlı oldum her aklınıza ne geliyorsa, sonra dibe vurdum gerçekten dibe vurdum ve beni kurtaran, el uzatan kim oldu? Ailem oldu, bana özgürlük naraları atan "Biz seninleyiz" diyen insanlar değildi. Benim bir duvara çivi çakmak için yardım istediğim kişiler bile olmadı ama beni her türlü özgürlüğe teşvik eden, kendi kültürünü çok bağnaz geri kafalı diye bana bunu empoze eden insanlar yoktu yine benim reddettiğim ailem bana sahip çıktı ve ben o travmaları o acıları burada çok kısa anlatıyorum, çok acı bedeller ödedim o dönem...

- Türkiye'ye neden döndünüz?

İlk önce şöyle diyeyim, yurt dışı deneyimi güzeldir çünkü ufkunuz açılır ama bir süre için. Türkiye'ye gelme sebebimiz kesinlikle orada maneviyatın olmayışı. Evet çok güzel çalışıyorlar daha önce söylemiştim fizyolojik olarak çok güzel çalışan bir sistem, sigorta, kurallar ama bu kurallara vicdani veya ahlaki olarak doğru olduğu için uymuyorlar bu kurallar kural olduğu için uyuyorlar ama Türkiye'de burada birisi düşse biz içgüdüsel olarak yardım ediyoruz orada mecbur oldukları için yardım ediyorlar ve insanlığı mı seçersiniz siz yoksa sahte güvenceyi mi seçersiniz siz? Biz insanlığı istiyoruz.

- 'Maneviyat' başlığını biraz daha açar mısınız?

Benim çocuğum burada ezanın ne olduğunu öğrendi. Hatta beni uyardı "Anne namaz" dedi. Bu benim için mesela bir ödül, iyi ki gelmişim diyorum. Maneviyatı ben toplu şekilde yaşamak için de gelmedim ben buraya, büyük bir cemaatin içinde olayım diye değil kendim için kendi huzurum için ben burada ezanı duyabiliyorsam iki metre uzakta bir cami varsa benim işte Allah gecinden versin bir ölümüm olacak olursa dua edecek insanlar olacak.

- Hangi imkanları geride bırakarak geldiniz?

Eşim mesela Amerika'da çalıştığı gibi büyük bir elektronik araba firması için üst düzey yönetimde yer alıyordu benim de tekrar kendi mesleğimde çalışma hastanede teklifim vardı. Bunları geride bıraktık, para her yerde kazanılır çünkü rızk insan peşinden koşarmış. Sadece Almanya'da değil ama ben çocuğumu aynı kimlik kaosu kargaşası para için kariyer için bırakacak bir insan değilim, benim çocuğum mühendis olsun doktor olsun ama insanlığını mı kaybetsin? Sonradan beni bakım evine mi bıraksın?

- Türkiye'deki çevreniz Amerika'dan dönmenize şaşırıyor mu?

Evet hep aynı tepki "Neden geldin?" bu "Neden geldin?" biraz daha konuştuktan sonra aslında şöyle düşündüklerini biliyorum "Enayi, nasıl Almanya'yı bırakıp buraya geliyor?" o yüzden fazla konuşmuyorum çevrelerimle fazla konuşmuyorum, "Almanya'yı bırakıp buraya gelinir mi? Sen görürsün sen biraz daha burada yaşa ondan sonra anlayacaksın ne yaptığını" gibi tepkiler aldım.

- Kızınız Türkiye'ye adapte oldu mu?

Çoook, çiçek gibi açtı burada diyebilirim. Gerçekten Almanya'daki Elis Nur ile şimdiki Elis Nur çok farklı. Burada Eliznur arkadaş sevmeyi öğrendi, öğretmenine nasıl sarılmasını, burada Almanya'daki bariyer yok insanlar arasındaki o mesafe yok burada gerçekten insan, insan olmayı çok sevdi Eliz zannedersem. Cana yakın, insan küçükken nasıl yetişir ya asıl doğasını insan doğasını yaşıyor burada. Ben bunu görünce çok mutlu oluyorum, gerçekten.

- Son sözlerinizi alabilir miyim?

'Beyin göçü' deniliyor ya, sizin o beyninizi sömürecekler ve size karşılığında hiçbir şey vermeyecekler. Avrupa'da Almanya'da üst düzeyde bir Türk gördünüz mü? Üst düzey yönetici bir Türk gördünüz mü? Zekasızlığından değil bu.

- Mesela Aziz Sancar...

İstisna, istisna, çok istisna ama ondan daha çok çalışanlar da var ama izin verilmiyor. Büyük bir firmada çalışan o kadar çok Türk'ü biliyorum ben, o firmanın adını vermeyeceğim çok tanınmış bir otomobil firması yazılmamış bir kanundur 'Yabancı uyruklu üst düzeye gelemez.'

Siz Aziz Sancar dediniz ben de Bayraktar diyorum. Ciddi şekilde çok gurur duyduğum bir insan tüylerim diken diken oluyor, böyle insanlar çoğalsın ben kendimi katmıyorum bunun içine böyle insanlar çoğalsın gidip orada beyinleri, benim mesela yazdığım tez benim o tezin üzerine hiçbir hakkım yok ama çok kullanılıyor. Sizin beyninizi sömürecekler ama hiçbir istediğiniz karşılığı alamayacaksınız, bunu bir Türk yazdı denilmeyecek...



Çok Okunanlar

2024-09-20 15:54:03