Şiirleri Dergâh, Varlık, Söğüt ve Türk Dili dergilerinde yayınlanan A. Samet Atılgan’ın ilk şiir kitabı Yer Çok ve Adımlarımız okurla buluştu. Atılgan, kitabını aldıktan kısa bir süre sonra bir araba yolculuğuna çıktığını söylüyor ve şunları anlatıyor: “Kitabın bir tanesi torpidonun üzerindeydi. Yol boyunca iki yeni sevgili gibi birbirimize bakıp durduk.”
-İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?
Uzun uzun kitabın görüntüsüne baktım. Kısa süreli bir şaşkınlık oldu ve tedirginlik… O anda garip bir şekilde iyi - kötü yaşadığım ne varsa hepsine minnet duyma ihtiyacı hissettim. İyi ve kötünün aslında zıt kavramlar olmadığını, birbirini tamamlayan parçalar olduğunu anladım. Sonra da yazgımın ele geçirildiği hissi… Yazmak, yazgıyı ele vermektir çünkü. Sonuçta kitabın içine sıkıştırdığınız belli izler var. Bu izler, kim bilir kimlerin elinde olacak ve onlarda nasıl bir karşılık bulacak? Kitabımı birisinin elinde gördüğümde yazgımın o insanlara verdiği ve o insanlardan aldığı karşılığı merak ediyorum.
KENDİMİ BİR AYNANIN KARŞISINDA BULDUM-Kitabınızı elinize alınca ilk olarak ne yaptınız?
Kitapla kısa bir araba yolculuğuna çıktım. Daha doğrusu, yolculuğa çıkacağım esnada kitap elime ulaştı. Bir saate yakın bir yolculuktu bu. Kitabın bir tanesi torpidonun üzerindeydi. Yol boyunca iki yeni sevgili gibi birbirimize bakıp durduk. Arabada başkaları da vardı. Onlar kitabı büyük bir dikkatle incelerken ben de benzer bir dikkatle aracı sürüyordum. Kitabın ismiyle yolculuk hâli bir noktada kaynaştı, tütsülendi. Eve döndüğümde, istemsizce kendimi kitabımla bir aynanın karşısında buldum. Kitaptaki bütün şiirleri sırasıyla o aynanın karşısında sesli bir şekilde okudum. Şiirleri okumayı bitirdiğimde başımdan ayaklarıma doğru bir hafiflik indi. Aynada kendi gerçeğimin yüzüme nasıl çarptığını görmek istedim belki de.
-Kitabınızı ilk kime imzaladınız?
Ablama imzaladım. Siz kafanızda ilk şuna imzalarım diye tasarlıyorsunuz ama çok tasarlandığı gibi olmayabiliyor bu işler. Sürprizler muhakkak çıkıyor. Bunda da öyle oldu. O anda etrafımda başkaları da vardı. Kardeş olmanın avantajıyla ilk davranan ablamdı. Döndüm ve kitabı ona imzaladım. Loş bir ışık altında gayet hızlı ve akıcı bir imzaydı.
-Yazmaya nasıl başladınız?
Hevesle başlayıp kararlılıkla devam eden bir süreçti benim için. Bir şeyleri sürekli konuşup aşındırmaktansa yazmanın koruyucu gücü bana hep daha cazip göründü. Dünyada olup bitenler bana hep bir şeyler söylüyordu. Ben de hep şunu düşünüyordum: Bu söylenenlere hiçbir cevabın olmayacak mı? O cevap arayışı beni şiirin yeniden varoluş imkânıyla tanıştırdı. Çünkü şiir bana kendimizi ve fâniliğimizi hatırlamada öne çıkan en yakın yollardan birini sundu. Lise yıllarım bu anlamda sönüktüyse de üniversite yıllarında artan şiir, roman ve poetik okumalarım bunu iyice belirgin hâle getirdi. Sezai Karakoç bir şiirinde “Bu dünyada olup bitenlerin / Olup bitmemiş olması için / Ne yapıyorsun” der. Şiirle aslında bir şeylerin olup bitmediğinin ayırdına varmış oldum.
-Gece mi yazarsınız, gündüz mü?
Ağırlıklı olarak gündüz diyebilirim. Gündüz içinde de daha çok ikindiye yakın vakitler. Gecenin duygulara yenik düşüren bir havası hep vardır. Bu bazen tehlike arz eder. Gece bir şey yazdıysam sabahla mutlaka sağlamasını yaparım. Kendimi bulabildiğim her an ve ortamda yazmaya başlayabilirim. Ama yazıyı bir metin olarak oluşturabilmek için sessiz bir an beklerim.
-Defter mi, bilgisayar mı?
Bununla ilgili bir takıntım yok. Önceleri deftere yazdığım dönemler oldu. Şimdilerde yazıdaki bütünlüğü daha iyi görebilmek adına sürekli bilgisayara yazıyorum. Zaman zaman da telefonumun not bölümüne yazdığım oluyor. Ara ara yine bir küçük deftere notlar alıyorum. Kalem ve tuş arasındaki farkı soruyorsanız kalemin sessiz akıcılığının tuşun şırıltısı karşısında dinginliği daha fazla artırdığını söyleyebilirim.
2024-11-05 19:48:10