ARİF AY
Cahit Zarifoğlu’nun “Hızla Akan Mızrak / Bütün Şiirleri”ni (Ketebe Yayınları, 2022) yeniden okudum. Her okuyuşta insanda yeni hayaller, yeni çağrışımlar, yeni duygular uyandıran iyi şiirler gibi, onun şiirleri de beni yeni keşiflere, bulgulara ve algılara götürdü. Üstelik her defasında yeni yazılmış intibahı veren bir tazelik var bu şiirlerde. Bu tazelik, onun şiiriyle kişiliğinin ayrılmaz bir bütünlük oluşturmasından kaynaklanmaktadır. Cahit Zarifoğlu, hayatıyla, kişiliğiyle şiirine dâhil olmuş nadir şairlerden biridir. Onun şiiri, onun hayatının bütün safhalarını içinde barındırır ve her sözcüğün, her dizenin altında -kazdığınızda- onun kaderinin kazaya dönüştüğü sahnelere tanık olursunuz. “İşaret Çocukları”ndan “Korku ve Yakarış”a tüm şiirleri kırk yedi yıllık hayatının çalkantılarını, iniş çıkışlarını; çocuk, çocukluk, anne, baba, kadın, tabiat, dağ, aşk, ölüm, zaman, yalnızlık, geçmiş ve gelecek, inkâr ve teslimiyet, varlık ve yokluk, aile ve sofra, küfür ve iman imgeleri üzerinden tüm insanlığı da içine alan “Ne çok acı var” tespitine götürür onu. “ah şu yalnızlık / kemik gibi / ne yana dönsen batar” sözü ile “Ne çok acı var” sözü insanlık adına ıstırap çeken ruhun sesidir onda.
Cahit Zarifoğlu’nun şiiri, beşerî yönü yüklü olan bir şiirdir. Çünkü, onun şiirinde insan, günahıyla, sevabıyla, daha doğrusu her hâliyle yer alır. Metafizikle beşerî olan arasında sürekli bir gelgit söz konusudur. Metafiziğe yönelmeler ve sıçramalar da hızını yine bu beşerî olandan alır. İnsanın insanla, insanın Allah’la, insanın tabiatla, insanın tarih ve uygarlıkla olan ilişkisi, şiirinin geniş coğrafyasını oluşturur Cahit Zarifoğlu’nun şiiri. “Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan / Geçirdi babam / Başında yağmur halkaları” dizeleriyle başlayan “İşaret Çocukları”ndan “Yüklenip geliyor gökyüzü evimizden yeryüzümüze / Dilimize onur veren kelime” ile başlayan “Korku ve Yakarış”a değin uzanan şiir çizgisinde beşerî yoğunluk zaman zaman yerini metafizik yoğunluğa bıraksa da beşerî olanın ağırlığını hissetmemiz mümkündür yine de. Beşerî olandan metafiziğe kaydıkça, söyleminde de belirgin bir değişiklik görülür şairin. Söz gelimi, “Yedi Yedi Güzel Adam”da biçimsel olarak dizelerin kırılmasından, anlamın ötelenmesine karşılık, “Menziller” ile “Korku ve Yakarış”ta söylemde bir açıklığa, duruluğa, anlamı açık etmeye geçildiğini, bu değişimin Yunus gibi söyleme arzusunun bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Modern şiir tarzına yerli bir öz ve duyarlık giydirdiği “İşaret Çocukları” ve “Yedi Güzel Adam”dan sonra kadim şiir geleneğimizle örtüşen “Menziller” ile “Korku ve Yakarış” kitaplarıyla Yunusça söyleme arzusunu gerçekleştirmeye çalıştığı görülür Cahit Zarifoğlu’nun. “Benim şiirimde Hadis-i Şerifler, Ayetler, Tasavvufî Menkıbeler, İslâmî davranış biçimleri, tavırlar, kabuller, redler, suda erimiş madenler gibidir” der.
ZARİFOĞLU ŞİİRİ BAZEN BİR ZİKİRDİRTüm bunlarla birlikte, Cahit Zarifoğlu’nun şiiri, uygarlık değerlerinden kopartılmış, horlanmış, ezilmiş, zulme uğramış, hakkı yenmiş, ruh dinginliğini yitirmiş, kendi kendisiyle, ailesiyle, çevresiyle, içinde bulunduğu dizgeyle çatışan ve bu çatışmasını belli hedeflere yöneltmeye çalışan insanın ya da insanların şiiridir. Dolaysıyla onun şiiri, bazen bir zikir, bazen bir yakarış, bazen bir ürperiş, korku, bazen bir yalnızlık, bazen bir ölüm hâline tekabül edebilir.
Cahit Zarifoğlu, ta baştan beri standart dilin dışına çıkarak, hatta o dili bozarak kurar şiirini. Üstelik bu işi, standart dilin dışına çıkmayı, o dili bozmayı önceden tasarlayarak yaptığı da söylenemez. Kendisinin belirttiği gibi: “içi(n)mden öyle söylemek geldiği için” öyle söyler. Tıpkı şu “Babamı yürümek” dizesinde olduğu gibi. O, çocuk saflığı ve hayreti ile dünyaya bakan bir şairdir; şiiriyle de okuru bu saf algı ve hayretin oluşturduğu bir dünyanın içine çeker: “Sesimi bir dağ zannet / Irmağa ver haberi / Yangına doğru sürünen haberi / Güneş beni saklar / Sen alnımdaki dumanı kazı / Kemiğimin geleceğini düşün beni yont alıştır” Akıl şiirinin önüne geçip, şiirini bükmez, ehlileştirmez. Bu yüzden onun şiirinin yabaniliğe çalan bir yanı vardır. İçinden geldiği gibi yazar. Kimi şiirleri insanın üzerinde tedirgin edici bir etki bırakır: “Oyluk etlerinden mavzerler çıkaran / sofralardan palalarla kalka…” dizelerinde olduğu gibi. Masal kurmadaki ve masal anlatmadaki yeteneği, şiirinin masalsı dilini ve dünyasını oluştururken, onu şiir tarihimizin içinde en özgün şairler arasında anacağımız bir yere oturtur.
Bir şair için elzem olanın, yeteneğin yanında biri de özgürlüktür. Cahit Zarifoğlu kendi özgürlük alanının sınırlarını salt kendisi belirler ve buna hâkim bir duruş ortaya koyar. Çünkü o, özgürlüğe âşıktı; dağı, rüzgârı, denizi bir de rüyaları vardı. Ferhat’ın şehirlisi gibi yaşadı. Her türlü güzelliğe âşıktır: “O güzeli bana verseler / tombul kuzuların aşkına / Yaylalara atlas kilim serseler / Tombul kuzuların aşkına (…) Geçiyor bulut geçen ömürdür / Gece mi, saç mı, hayır kömürdür / Zarif çoban oldu görseler / Tombul kuzuların aşkına” Onun şiiri, ipi kendi elinde olan, sonsuzluğu, derinliği ve ilahi olanı imleyen bir uçurtmadır adeta.
“BENİM ŞİİRİM ÖZÜ GEREĞİ DOĞALDIR”Cahit Zarifoğlu, daha ilk şiirlerinde bu toprakların ruhunu yansıtan bir “işaret çocuğu” olarak selamlar bizi. Onun şiiri ağır ağır genişler okurun ruhunda, zihninde ve hayal dünyasında. Bir kuşak sevmek ve anlamak için okudu. İkinci kuşak severek ve anlayarak okuyor artık. Onun şiir dünyasının kapıları hayatı temaşa etmeyi bilmeyenlere, hayatı tanımak ve anlamak için tefekkür etmeyenlere kapalıdır elbette. Ona göre dünya bir şiir deposu. O der ki: “Şiir zaten vardır. Ben onu aktarıyorum”. Dolaysıyla onun şiiri doğaçlama bir şiirdir. “Benim şiirim özü gereği doğaldır” sözü de ona aittir. Rasim Özdenören’in “Cahit Zarifoğlu’nun şiiri kesbî değil, vehbîdir” demesi de bu özelliğe bir işarettir.
“Tepeleme bir şair gibi yaşadım” diyen Cahit Zarifoğlu aşkla gözetler dünyayı, aşkla yaşar: “Yedi adamdan biri bir gün / bir aşk gördü / gereğini belledi / ölüm girse de koynuna / Ayırmaz aşkı yanından”
Hiç ustası olmadığını, hiçbir ekole bağlanmadığını, en çok kendisinin etkisinde kaldığını söyleyen şair “En çok okuduğunuz şair kim?” sorusuna “Cahit Zarifoğlu” cevabını verir. Akif İnan da: “Kanaatimce Cahit’in şiiri belli bir kalıp içerisinde hemen formüle edilebilecek, anlatılabilecek bir hüviyet taşımıyor. Cahit eski tabirle şair-i maderzat, anadan doğma bir şair idi” derken, Zarifoğlu’nun bu kimseye benzemeyen yanına vurgu yapar.
Cahit Zarifoğlu “Hem şarklıyım ben / Gövdem yara dolu” der. Bu gövde tüm İslam coğrafyasıdır. Bir asırdır yara bere içinde bu coğrafya. Ne yara kuruyor ne de kan duruyor. O, bu coğrafyanın acılarını da şiire döktü: Afganistan’ı, Filistin’i, Hama’yı… “Bunları ben yazmayacaktım da kim yazacaktı?” dedi. “Hama 1982” başlık şiirinde: “O sabah ezan sesi gelmedi camimizden / Korktum bütün insanlar, bütün insanlık adına” diyordu. Yaşasaydı, bugünkü İslam coğrafyasını görseydi, Bağdat’ı Şam’ı, Kudüs’ü görseydi kim bilir ne yapardı… “Filistin bir sınav kâğıdı / Her mümin kulun önünde” diyordu Cahit Zarifoğlu. Sınavı kazanan var mı? Öfke bile duymuyoruz. Oysa, içimizde sadece imanî bir öfke duysak o bile yeter. O zaman attığımız taş yerini bulur. “Farz et körsün olabilir / El ele tut / Taş al ve at / Kâfiri bulur” der, Cahit Zarifoğlu. Bize ne Bağdat’tan, bize ne Şam’dan, bize ne Halep’ten, bize ne Filistin’den, bize ne Kudüs’ten diyerek ürettiğimiz gerekçelere sığınıyoruz ve bekliyoruz. Şairin dediği gibi: “Beyrut yengeç kıskacında / Çoğu Müslüman kâfir yanında / Yaslanmış yastıklara sonunu bekler filmin.”
YALNIZ BİR ADAMDIRHayatı tepeleme yaşasa da o, büyük yalnızlardan biridir. Onun şiirinin ana temi yalnızlık ve acıdır bir bakıma “-ah şu yalnızlık / kemik gibi / ne yana dönsen batar” bu şiirin başlığı ise “Çağın Küçük Bulanığı”dır. Artık küçük değil, büyük bulanığı oldu yalnızlık bu çağın. Ama o “İte çakala karşı yârin kapısında” durmasını bildi şiiriyle, yapıp ettikleriyle… Taş Gemi” adlı şiiri şehir hayatımızın saçmalığını yüzümüze vuran bir şiirdir: “başınız cenaze / canlı tabutlarınızla / kutupsuz kıblesiz / hangi putun önünden geçmektesiniz” sorusunu çivi gibi çakar zihnimize. O şehirde haz uğruna, çıkar uğruna, mevki-makam uğruna, mal-mülk servet uğruna güzellikler katledilmiştir. Güzelliğin olmadığı yerde insaniyet de yoktur. İnsaniliğin olmadığı toplulukta kulaklar ilahi duyuşa da sağırdır. Çünkü “biz işte hep soylu yapılar / ıslak taş gemide huysuz / uzakta ilk gülün akrebiyle sevişmekten / bir tek sarı ve sarsılmaz sesine güvendiğimiz / kanaryayı katlettik” der, Cahit Zarifoğlu.
“Yedi Güzel Adam”la dilin ve şiirin doruğuna ulaşan şair, o doruktan bize bir Köroğlu, bir Dadaloğlu rüzgârı estirir ve sarsar bizi. Heybetli bir duruşun, heybetli zarif sesi duyulur: “Bir yara aç boyunlarında / Kolkola durup bağırdıklarında / -yar kurbanım olam / Dağlar önüme durmuş / Ki dağlanam” Gün yârin kapısında durma günüdür. Çünkü gavur, Müslümana hayat hakkı tanımamaktadır: “Oğlum sen artık / şarapnel gibi yağmalısın / düşmanı güzelce vurmalısın”
“Uyarılan Şair” şiiri tüm şairlerin kulağına küpe olsun. Bu şiirin son bölümünü alıyorum buraya: “Yazdıkların şiir değilse kalsın / Cennetse sevdan çık dışarı / Solgun ışıklar sessiz ağaçlar parklarla / O cümbüş gecesini de tak peşine / Yazdığın şiir değilse bırak bunları kalsın…”
Şeyh Galib’den beş yıl fazla yaşadı Cahit Zarifoğlu. İkisinin de sakalına ak düşmemişti henüz. Şeyh Galib’in babası Mustafa Reşid Efendi’nin gözyaşları cenaze suyuna karışırken “Ah oğul, bu tahtaya kara sakal yakışmıyor” dediği rivayet edilir. Cahit Zarifoğlu da tıpkı öyle; erken sararmış bir “hazan yaprağı” değil mi? Mekânı cennet olsun.
2024-11-09 04:58:55