Yazarlar >> Milliyet


‘Yararsız Bir Bilime Övgü’


Link [2022-08-28 12:50:19]



Koleksiyoncular, araştırmacılar, dilbilimciler, arkeologlar, şairler, tarihçiler, arşivciler, düşünürler ve benzeri meşguliyetleri olanlar nedense bazı insanları rahatsız eder. Bu kişilerin yaptığı işlerin pratik yararlarının olmadığı, faydasız işlerle uğraştıkları söylenir durur. Hiç unutmuyorum üniversitede hangi bölümü okuduğumu soran büyüklerime “Arşivcilik” dediğim zaman acımayla karışık üzüntülü bir bakışla karşılaşır ve her defasında eleştirilirdim. Felsefe, arkeoloji ve Hititoloji okuyan arkadaşlarım da aynı bakıştan çok rahatsızdı, üniversite koridorlarından bu nedenle bazen dertleşip gülerdik. Çünkü biz koleksiyonculara hayrandık, arkeolojiye bayılır, bir dilbilimci ile karşılaşırsak hemen ceketlerimizi iliklerdik.

İşte ne zaman bunları düşünsem aklıma Jean Bottero (30 Ağustos 1914 - 15 Aralık 2007) geliyor. Kendisi Mezopotamya uygarlığı konusunda büyük bir otorite ve hayatta değil ama halen insanları etkilemeye devam ediyor. Türkçeye çok değerli eserleri çevrildi, Dost Kitabevi Yayınları’ndan çıkan “Mezopotamya / Yazı Akıl ve Tanrılar” kitabının ise bendeki yeri çok başka. Kitabı Türkçeye, Mehmet Emin Özcan ve Ayten Er çevirmiş.

Coşkuyla okudum

Belki 10 yıldan fazla oluyor, bir kitabevinde gezinirken görmüş, kitabın alt başlığı heyecanlandırmış olsa da bazen işler hiç göründüğü gibi olmadığından hemen içindekiler kısmına bakmıştım. “Yazı” başlıklı bölümde karşıma “1800 ile 1930 Yıllan Arasında Eski Yakındoğu’da Yazıların ‘Art Arda’ Çözülmesi” ve “Hatırlatıcı işaretlerden Yazıya” başlıklı metinler çıkınca satın alma kararını ışık hızıyla vermiştim.

Daha yoldayken kitabın ilk bölümün başındaki “Yararsız Bir Bilime Övgü” başlıklı konferans metnini coşkuyla okuduğumu hatırlıyorum. Bu metin Bottero’nun 1982’de Belçika’da Universite Libre de Bruxelles’de Doğu Filolojisi ve Tarihi Enstitüsü’nün kuruluşunun ellinci yılı dolayısıyla yaptığı bir konuşma. Okurken büyülendiğimi ve keşke orada olsaydım diye düşündüğümü hatırlıyorum, ellerim kızarıncaya kadar alkışlardım!

Bottero o gün (68 yaşındadır) hayattan ne öğrendiğini anlatır: “Yaşamın belirli bir noktasına gelindiğinde, insan şöyle arkasına dönüp bir bakmak olup biteni tartıya vurmak, böylelikle uzun bir yolu geride bıraktığını görmek ister” diyerek özellikle mesleğine dair gönlünde taşıdığı şeyleri paylaşır.

İlk anlattığı konu bilgi üzerinedir, “insanın en büyük soyluluğu bilmektir, bilgidir, her şeyi bilmek istemesi onun öz doğasında vardır” der Bottero ve şunu ekler: “Bu korkunç çiviyazısının; bizden öylesine uzak ve öylesine güçlüklerle dolu, binlerce yıldan bu yana yok olmuş bu dillerin; bizi en azından biraz sarsan, çoğu zaman anlaşılmaz ve en küçük ışıltıdan yoksun bu uçsuz bucaksız metinlerin; hatta bir çok noktada bugünkü düşüncelerimizle bağdaşmayan garip ve geçmişte kalmış zihniyetlerin sonu gelmez, güç, sıkıcı araştırmasına girişirken, avuntularımdan biri, elde edeceğim şeyin düşüncemi zenginleştirmek dışında asla yararlı ve kullanılabilir olmayacağı ve değerini de tamı tamına bundan alacağı inancıydı.”

Yine de kararından hiç pişmanlık duymamış Bottero, “İnsanı büyük yapan ilk şey, bilgileri öğrenip toplamaktır” diye düşünmüş. Fakat başta Asurbiliminin yararsızlığına inanırken zamanla bu düşüncesi değişmiş. İlk faydasını da kendisi görmüş: “Hemen keşfettiğim ilk yararına, pratik yararına değinelim: Asurbilimi beni zararsızlaştırdı. Şöyle ki: Öncelikle kendimi bu bilime verip, kalın kalın kitaplar, koca

koca fiş kutulan, tozlu tabletler, okunmaz yazılar arasında kaybolduğumda kimselere zararım dokunmuyordu (…)” (Salonda gülüşmeler olduğuna eminim.)

Gerisi meraklılara kaldı

Bottero iki büyük bilgin sınıfının olduğunu söyleyen bir düşünürden de söz eder birincisi keşifleriyle, buluşlarıyla, deneyleriyle, öğretileriyle dünyanın köküne kibrit suyu ekip sonunu hızlandıranlar, ikincisi ise dünyanın kökenlerini merak edip araştıran böylece evreni, evrende yaşayanları rahat bırakanlar. Şarkiyatçıların ikinci grupta olduğunu ekleyen Bottero, bilmediği konularda ahkam kesmekten de nefret ettiğini anlatır, çünkü der, “bu insanca bir davranış değildir” ve devam eder, “Birçok arkeologla, çok sayıda filologla görüştüm; aralarından en yetkinlerinin işlerini görülmeye değer bir psikolojik otomatizmle gerçekleştirdiklerini görüp şaşırdım ama daha sonra buna alıştım. Köstebek ve ağaç kurtlarınkini andıran bir kazma, oyma içgüdüsüyle çalışıyorlar ve hiç kuşku yok ki yaşamları boyunca asla çalışmalarının gerçek ve son amacının, araştırmalarının derin anlamının, keşiflerinin bilgi değerinin, yerinin ne olduğuna ilişkin kesin, tam bir fikirleri yok.”

Buraya kadar 10 sayfalık bu konuşmanın sadece ilk üç sayfasından söz edebildim, gerisini meraklılara bırakıyorum. (Yine de metnin son sayfasını kısaca tanımlamam istenirse Beethoven’in 9. senfonisinin giriş kısmını düşünün derim.)



Çok Okunanlar

2024-09-22 14:23:06