Rusya-Ukrayna savaşında ilginç bir dönüm noktası yaşanıyor. Biraz geriye dönecek olursak eğer, 24 Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmek üzere savaş başlatan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, askeri harekatın amacının ‘Ukrayna’yı Nazilerden arındırmak’ olduğunu ileri sürmüştü.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ‘askeri müdahaleye’ tepki gösteren Baltık ülkeleri başta olmak üzere Batı ülkelerini ‘Putin’i aşağılamamaya’ davet etmişti. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Rusya’dan gaz alımını askıya almak istemediğini söyleyip bu konuda müttefiklerden vakit talep etmişti. ABD Başkanı Joe Biden, Putin’i bir katil olarak nitelemiş, Rus ordusunun imkan ve yeteneklerini de küçümsemiş, Ukrayna’ya askeri desteğinin çerçevesini çok belli ve kalın çizgilerle çizmişti. Belçika Başbakanı Alexandre de Croo, savaşta, Batı topluluğu olarak tarif ettiği NATO ve AB’nin birlik olarak hareket etmesi ve Ukrayna’ya destek vermesi gerektiğini her gün savunmuştu.
Putin’in ‘itirafı’
24 Şubat’tan bu yana 7 ay geride kaldı. 210 gün sonra Putin, söylem değişikliğine giderek hem kısmen işgal ettiği 4 bölgede ‘referandum’ düzenleyerek o bölgeleri Rusya’ya ilhak etme çabasına girdi. Hem de başta NATO olmak üzere Batı ülkelerine nükleer tehdidini yineledi. Kısmi seferberlik ilanı da cabası. Düne kadar ‘Batı ülkelerinden gelebilecek olan nükleer tehdide’ karşı nükleer silahı kullanma ihtimalinden bahseden Putin söylemini değiştirmiş oldu.
ABD, İngiltere, Belçika, Baltık ülkeleri veya Türkiye, savaşın başladığı tarihten bu yana söylem değiştirmedi. Ankara, bir yandan meşru bir şekilde Ukrayna’yı imkanları dahilinde kendi toprak bütünlüğünü savunacak kadar silahlandırdı, diğer yandan da diplomasi, ateşkes ve barış çağrılarını istikrarlı bir şekilde yineledi. Ukrayna’dan tahıl ihracatı veya Kiev ile Moskova arasında esir takasında da önemli rol oynadı. Türkiye’nin atmış olduğu bu adımlar, her zaman gerilimi azaltma yönünde olup, savaşın başladığı günden bu yana dile getirdiği söylemle asla çelişmedi. Savaş kuramlarına bakıldığında Putin, aslında söylem değişikliğinde bulunarak başlatmış olduğu savaşın meşru olmadığını kabul etmiş oldu, bu yüzden de eylemini meşrulaştırma çabasına girdi.
Zaman kazanma çabası
Ufukta henüz barış yok. Ateşkes bile gündemde değil. Ukrayna, Rusya’ya karşı üstünlük sağlamaya başladı. Putin ise zevahiri kurtarma çabasında. ABD, Ukrayna’ya kademeli olarak askeri desteğini artırma imkanına sahip. Putin ise zaman kazanma çabasında. NATO kaynaklarına göre Putin’in ilan ettiği kısmi seferberlik pek etkili olmayacak. Zira 300 bin askerin sadece %5’i hakiki bir muharip güç oluşturabilecek. Sair askerlerin eğitimi için 6 aya ihtiyaç var. Putin’in mühimmat sorunu da cabası. Avrupa’da sonbahar mekanize birlikler için iyi bir mevsim değil. Yağışlı geçen bu dönemde zırhlıların manevra kabiliyetleri daha kısıtlı.
ABD, Ukrayna’daki savaşın şiddetini ve seyrini iyi bir şekilde kontrol ediyor. Rusya’ya karşı tavır sergileyen ülke sayısını artırmaya konusunda da diplomatik çalışmalarını sürdürüyor. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi New York’ta hem NATO Genel Sekreteriyle hem de Ukraynalı mevkidaşıyla görüştü. Kulebay’la yaptığı görüşmede Çin’in uluslararası hukuka ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne önem verdiğini dile getirerek savaşı tavsip etmediğini ilan etmiş oldu. Afrika Birliği Başkanı ve Senegal Cumhurbaşkanı Macky Sall, Putin’e desteğini geri çekti. Macron ise BM Genel Kurulunda bağlantısızlar hareketine seslenerek, Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna’dan yana tavır sergilemelerini istedi. Emperyalizme karşı olan ve 120 ülkeden oluşan bu hareketin en azından tutarlılık adına Ukrayna işgali ve sömürüsüne sessiz kalmamaları gerekiyor.
Brüksel’de Putin’in taktik nükleer başlık kullanıp kullanmama ihtimali çok tartışılıyor. Anlaşılan bu tartışma erken değil, ancak kullanma ihtimali şimdilik düşük. Ancak her geçen gün bu ihtimal maalesef artıyor...
Meloni melaneti ?
Bu pazar İtalyanlar sandık başına giderek, ülkenin yönetiminin dizginlerini kime vereceklerini tayin edecekler. Kamuoyu araştırmalarına göre seçmenin tercihi Giorgia Meloni’den yana. Kimilerine göre sadece milliyetçi muhafazakar bir siyasetçi. Kimilerine göre neo-faşist bir partinin lideri. ‘İtalya’nın Kardeşleri’ partisinin lideri Meloni’nin AB’nin kurucu ülkelerinden birinin başbakanlık koltuğuna oturma ihtimali Brüksel’de geniş yankı uyandırıyor. Merkez sol partiler Meloni’yi İtalya’nın başına gelebilecek en büyük felaket olarak niteliyorlar.
Meloni ise neo-faşist olduğu ve Nazilerden esinlendiği yönündeki eleştirileri elinin tersiyle itmeye çalışıyor. Ancak her gün partisinden Nazi sempatizanı olduğu ortaya çıkan bir-iki üye disipline sevk edilerek uzaklaştırılıyor. Yabancı karşıtı, hiper popülist bir lider olduğu kesin. Ancak bir koalisyon çerçevesinde iktidar olacak olan Meloni, ülkesinin ekonomik hali hakkında son derece gerçekçi.
İtalya’nın kamu borcu ülkenin gayrı safi milli hasılasının %165’in üstünde. İşsizlik çok yüksek ve ekonomik vaatleri yerine getirme ihtimali çok kısıtlı. Mustafi başbakan Mario Draghi yaz aylarında Meloni dahil neredeyse tüm adaylarla ikili olarak görüşerek, ülkenin izlemesi gereken ekonomi politikası hakkında en saydam bilgileri verdi. Silvio Berlusconi’nin eski bakanı olan Meloni’nin, ‘Forza İtalya’nın başkanı Berlusconi ve Kuzey Ligi lideri Matteo Salvini’yle koalisyon kurması öngörülüyor. Draghi adaylara, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum ile Avrupa Komisyonu ile sağlanan yardım fonunun koşullarını hatırlattı. Komisyon’un 3 yıl boyunca İtalya’ya 6 ayda bir 40 milyar Euro verdiğini, Roma’nın AB’den uzaklaşması halinde bu parayı alamayacağını hatırlattı Draghi. Meloni de bunu çok iyi anladı.
Nitekim Brüksel’de Meloni’nin ekonomi bakanı olarak Avrupa Merkez Bankası’nın İtalyan üyesi Fabio Panetta’yı öngördüğü konuşuluyor. Bu çerçevede Meloni’nin ‘sadece’ yabancı karşıtı söylemi ve politikaları sorun teşkil edebilir. Göçmen yasalarında bir sıkılaştırma gündeme gelebilir. Onun dışında ülkenin AB’den ayrılması veya uzaklaşması pek gündemde değil. Müstakbel koalisyonun ortakları arasında yer alacak olan Salvini’yi dizginlemesi halinde Meloni melaneti yaşanmayacak gibi görünüyor. Siyaseten önemli bir değişiklik, ancak İtalya’nın ekonomik dizgini Brüksel ve Frankfurt’ta olduğu sürece ülkede sıra dışı bir gelişme yaşanmayacak. Ancak yine de neo-faşist bir partinin iktidar olması, kısmen İtalyan halkının çaresizliğinin bir göstergesi, diğer yandan da ikinci dünya savaşından derslerin 76 yıl sonra tarihe karıştığının sanki bir kanıtı gibi.
AB-Türkiye ilişkilerinde 3 önemli tarih
AB-Türkiye ilişkilerinde çığır açan bir gelişme yaşanmıyor ancak ufak da olsa bir ivme var. Geçtiğimiz hafta yazmış olduğum üzere 6 Ekim tarihinde Avrupa Siyasi Topluluğu liderler zirvesi Prag’da düzenlenecek. Ankara, bu toplantının Türkiye’nin AB’ye adaylık statüsüne halel getirmeyeceğine yönelik olarak talep etmiş olduğu teminatın verilmesi halinde üst düzeyde katılmayı hedefliyor.
Bir diğer önemli tarih ise 12 Ekim. Zira Avrupa Komisyonu ülke raporlarını açıklayacak. Türkiye’nin raporunda büyük bir değişiklik beklenmiyor. Bir başka önemli tarih ise 15 Kasım. AB ile Türkiye arasında “Bilim, Araştırma, Teknoloji ve Yenilikçilik Konulu Yüksek Düzeyli Diyalog” toplantısı gerçekleştirilecek. Zamanın ruhuna uygun olan bir konu.
2024-11-11 08:03:56