Yazarlar >> Milliyet


İmza atmanın püf noktaları


Link [2022-11-27 11:42:19]



Harfler ve simgelerden oluşan binlerce yıllık geçmişe sahip imza, onayımızı gösteren hukuki bir kanıt ama acaba değerini ve nasıl olması gerektiğini iyi biliyor muyuz?

Bilindiği gibi imza, kişiye özel benzersiz harfler ve çizgilerden oluşur. Eski çağlarda genellikle mühür kullanılırmış. Mühür kültürü binlerce yıllık son derece zengin bir kültür ve halen yeryüzünde mühür kullanmaya devam kişiler olsa kurumsal bir kimlik kazandı ve artık yerine yüzyıllardır imza kullanılıyor. Aslında geçmişten günümüze değişen hiçbir şey yok, imzalar kimlik kartımızdır onayımızı gösterir.

İmzalar kişinin karakterine, eğitim düzeyine, kişisel gelişimine, yetiştiği ortama, bağlı olduğu çevreye ve hatta kültür ve sanat eğilimlerine göre de yapısal değişimler gösterebiliyor. Yine her imza zaman içinde değişim gösterse de temel olarak her zaman aynı benzersiz gösterge olarak belgelerde görünmelidir.

Değerli dostum, büyüğüm, Belge İnceleme Uzmanları Derneği Başkanı ve kriminalistik uzmanı Yalçın Çakıcı’ya göre: “Belge altına attığınız bir imza, sizi hayatınız boyunca takip eder. Bir belgeye belki günün olağan şartları içerisinde usûlen ve aceleyle koyduğunuz imza, beklemediğiniz bir anda, evinizin, işyerinizin kapısında elinde dosyalarla icra memuru olarak, ete kemiğe bürünmüş şekilde karşınıza çıkabilir. Bu kadar hayati önem taşımasına rağmen bizler onu oluştururken önem vermeyiz ve kullanırken de gereken özeni göstermeyiz.” (“Mürekkepbalığı” dergisi, sayı 2, 2014)

Bu özensizliği ben de çok gördüm, ne yazık ki okullarda herkese imzamızın kendimize özel olması gerektiği yeterince anlatılmadı. Kuşaklar boyu bir belayı defetmek kabilinden yapılan karalamalarla imza atan nesiller geldi geçti. Halen sarmallar çizip de imza attığını zannedenler mevcut, elbette imza bir karalama değildir tıpkı parmak izimiz gibi bize ait ve benzersiz olmalıdır. Zararın neresinden dönülse kârdır diyerek imzamız nasıl olmalı, bunun için neler yapmalıyız kısmına geçelim.

İdeal imzanın temelleri

Bazen imza olarak sadece isim (Kraliçe II. Elizabeth) veya sadece soyadı (Picasso) yazılsa da en basit ve yaygın kabul gören uygulama isim-soyadı grubunu birlikte kullanmaktır. Amaca en uygun imzalar arasında ismin ilk harfi ile sonrasında soyadın tamamını (Atatürk’ün kullandığı “K. Atatürk” imzası ideal olana çok güzel bir örnektir) veya isim-soyadı grubunu bütünüyle yazmak (Yahya Kemal Beyatlı’nın imzası gibi) kalıpları en mantıklı ve popüler olan uygulamalar.

İmza için ilk tanım 1934 tarihli 2525 sayılı Soyadı Kanununun 2. maddesinde yapılmış: “Söyleyişte, yazışta, imzada öz ad önde soyadı sonda kullanılır.”

Daha detaylı bir tanım ise Soyadı Nizamnamesinin 2. maddesinde şöyle açıklanmış: “Söyleyişte, yazışta öz ad önde, soyadı sonda olmak üzere bütün harfleri söylenerek veya yazılarak kullanılabileceği gibi, söyleyişte ve yazışta öz adsız yalnız soyadı kullanılabilir ve imzada öz adın ilk harfi, öz ad iki tane ise her ikisinin ilk harfleri veya birinin ilk harfi ile öteki ad ve soyadının tümü yazılabilir.”

Mayıs 2013 tarihli ‘İzmir Barosu Dergisi’nde (bu tarz dergilerde çok ilginç yazılar oluyor) Erkut Güçlü Kahraman’ın yazdığı makalede imzanın önemi bir kez daha vurgulanmış: “Belgenin zorunlu unsurlarından biri de düzenleyenin yani yazıdaki irade beyanının sahibinin belli olmasıdır. Yazının somut olarak bir kimseye aidiyeti saptanamıyorsa, düzenleyeni belli değilse bu yazı hukuki açıdan bir hüküm ifade etmediğinden belge olarak nitelendirilemeyecektir. Bir belgenin kim tarafından düzenlendiği altındaki isim ve imzadan anlaşılmaktadır. Yazının bir kimse tarafından yazılmış olmasına rağmen altında isim ve imzanın bulunmaması durumunda belgeden söz edilemeyecektir.”

Aynı makalede, karalamaların ve anlamsız sarmalların da imza yerine geçip geçmediğinin de yanıtı var: “Uygulamada da sıklıkla karşılaşıldığı üzere imza sadece isim veya soyisim kullanılarak atılabileceği gibi, kime ait olduğu belirlenebilir olduğu sürece her ikisini içermeyen ve hatta harf dışında bir takım işaretlerin kullanılması suretiyle de atılması mümkündür.”

Yani karalamaların da hukuki bir değeri var fakat gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir mesele tam da bu noktada ortaya çıkıyor, yapılan karalamalar kolaylıkla taklit edilebilir. Nitekim birçok insan imza yerine karalama yaptıklarından haklı olduklarını kanıtlamak için büyük sıkıntılar çekmiş. Belge inceleme uzmanları işte bu aşamada süper güçleri olan kahramanlar gibi belgeleri inceliyor ve bilimsel olarak hukuki olup olmadığını tespit ediyor. Yine de işlerin bu raddeye gelmemesi için imzamızın benzersiz olması gerek. İşin en güzel yanı da şu, adımızı soyadımızı kendimize özgü bir tavırla zahmetsiz bir şekilde yazmamız zaten yeterli oluyor. Çünkü her el yazısı kişiye özgü bir tavır barındırır, üstelik hep aynı şekilde karalama yapmaktan çok daha kolaydır. Bu arada önemli ve son bir bilgi daha: Paraf ile imza arasında hukuki açıdan hiçbir fark yok.

Haftanın kalemi:Scribo Piuma Levante

Ünlü ressam Claude Monet tarafından 1872’de bir sabah vakti Le Havre limanının dalgalı sularına yansıyan turuncu güneş ışığının resmedildiği “Impression, Soleil Levant” adlı tablodan ilham alan bir dolmakalem. İtalyan kalem sanatının bütün güzelliklerini temsil eden bir örnek.

‘Hafta’dan ‘P Dünya Sanatı’na

İnternetten gazete okuyanlar çok şey kaybediyor bence. Analog dünyanın başka bir keyfi, bayiden veya marketten bir gazete alıp kahve eşliğinde okumanın başka bir lezzeti var. Ben de gazeteleri okumaya kültür sanat sekmesinden değil de gazetenin hışırdayan sayfalarından başlarım. Bir referans gazetesi olduğu için kesip sakladığım haberler de ezici bir çoğunlukla Milliyet’ten oluyor ancak kültür sanat sayfası olmadığı halde bir ekonomi gazetesinin müptelası olacağım hiç aklıma gelmezdi. Cuma günleri “Yeni Bir Ekonomi” (yeni isim güzel, hayırlı olsun) gazetesiyle birlikte verilen “hafta” eki öyle güzel ki beni gazetenin de okuru yaptı. Gazetede Muhterem İlgüner, ekte ise Faruk Şüyün ilgiyle takip ettiğim isimler arasında. Bir de ekte Maya Portakal Bitargil’in yazılarını merakla okuyorum, müzayedelerden ve ilginç koleksiyonlardan söz ediyor. Portakal deyince de aklıma Celal Üster yönetimindeki efsane “P Dünya Sanatı” dergisi geliyor. Her sayısı özel bir konuya ayrılan hazine değerindeki dergilerdi. Kapanmasına çok üzülmüştüm. Dergicilik tarihimizin kuyruklu yıldızlarından biri olan “P Dünya Sanatı” dergisinin bir benzeri bugüne kadar yapılamadı.

Haftanın kitabı: ‘Tablodaki Kadın’

1989-1990 yılları arasında Teşvikiye Camii önünde kitap satanlar arasındaydım. Dikkatimi çeken şeylerden biri kitap okuyanların ezici bir çoğunluğunun kadın olmasıydı. Anlaşılan kadınlar kitap okumayı erkeklerden daha çok seviyordu. Yazar ve eleştirmen Asuman Kafaoğlu-Büke’nin, Epsilon’dan çıkan yeni kitabı “Tablodaki Kadın Sanat Tarihinin Kitap Tutkunu Kadınları” eserini görünce aklıma yıllar önceki görüntüler geldi. Bazı kadınlar kitabı alır almaz ilk sayfaları hemen önümde okumaya başlar ağır aksak Hüsrev Gerede caddesine doğru yürürdü. Bu görüntüler hafızama kazındığı için “Tablodaki Kadın” kitabını hemen edinip merakla okumaya başladım. Kitap Henry David Thoreau’nun “Mesele neye baktığın değil, ne gördüğündür.” alıntısıyla açılıyor ve sanat tarihinde kadının kitap okumasına nasıl bakılmış onu görmeye başlıyoruz. En sevdiğim bölümlerden biri uzanarak kitap okuyanlardan söz edilen ‘Hedonizm’ oldu. ‘Mektup’ ve ‘Ders Çalışma’ bölümleri de harika.

Haftanın mürekkebi: Scribo Blu Capri

İtalya’da Napoli körfezinin güneyinde kalan ünlü Capri adasını çevreleyen denize adanan turkuaz bir mürekkep. Hafif, neşeli ve temiz bir havası var. Piyasada çok turkuaz renkli mürekkep var ama hepsi de farklı tonlarda, Blu Capri ise yaz günlerine özlem duyanların denemek isteyeceği türden.



Çok Okunanlar

2024-09-20 09:53:10