Yazarlar >> Milliyet


Gazete koleksiyoncusu ile Pindaros


Link [2022-09-11 09:12:30]



Antik Çağ’da yaşamış şair Pindaros 2 bin 500 yıl önce “İnsan ancak bir gölgenin rüyasıdır” diyordu. Yeryüzünün gölgesi de gazetedir belki...

Gazete kelebek gibidir. Bu cümle sabahları yakındaki bakkala gidip “Milliyet“ ve “Posta” gazetelerini alırken hep aklıma geliyor. Daha dün bayilere dağıtılmış gazeteyi bugün arayın bulamazsınız, uçup gitmiştir.

Yine bir süreli yayın olan dergi ise gazete gibi değildir ama onu da saklamak zordur, rafta tutabilmek için “Türk Dili” dergisinin 70’li yıllardaki özel sayılarından biri (mektup konulu özel sayı efsanedir) veya “Gergedan” gibi sıkı bir dergi olması gerekir. (Rönesans özel sayısını kaybetmiş, yeniden edinmek için az uğraşmamıştım.) “Fol” gibi zamanında dergicilik dünyamızda fırtınalar estiren bir dergiyse eğer zaten boyutları gereği hiçbir rafa sığmayacaktır. Bir koleksiyonerin evine konuk olmuştum, kütüphanesindeki kitapların arasında “Mürekkepbalığı” dergilerini tam takım görünce çok sevinmiştim.

1960’lı yıllar; Abdi İpekçi, Milliyet’in ilk ofset baskı makinesinin başında.

En havalı ‘süreli yayın’

Çoğu dergi ağırdır, rafların belini büktüklerinden koleksiyonlarını yapmak cesaret, sabır ve alan ister. Bu nedenle evlerdeki kütüphanelerin raflarında dergilerin durduğu pek görülmez. Oysa dergi, gazeteden sonra en havalı süreli yayındır. Ondan sonra ömrü uzun ve saklanması çok daha kolay olan kitap gelir. Renkler, fotoğraflar ve çizimler kaybolur ve geriye kalan şey sayfalar dolusu öğütülmesi gereken kelimelerdir, tipografi hariç görsel bir yapı yoktur. Dergilerle hele gazetelerle karşılaştırıldığında kitaplar sanki biraz sıkıcı gibi gelir bana. (Bu konuda Proust, Melville, Platonov, Joyce, Hemingway, Blanchot, Brautigan ve Şule Gürbüz gibi hepsini yazamadığım bazı yazarlar istisnadır.)

Gazete için kütüphanelere gidebilirsiniz özellikle derleme kütüphaneleri süreli yayınları saklarlar ama bazılarında hayretle göreceksiniz ki gazete ciltlerinin içinde günlük verilen ekleri bırakın cumartesi-pazar günleri verilen o güzelim ekler bile yoktur. Sadece ana gazete vardır, çocuklar kayıplara karışmıştır.

Oysa süreli yayınların en canlısı gazetedir: Her sabah bayide yeni bir gazete görürsünüz. Gazete deyip geçmeyelim, Roma İmparatorluğu’nda görülen ilk örneği görülen bu efsanevi yayının iki bin yıllık bir tarihi var. (Bildiğimiz ilk gazete olan “Acta Diurna” taş üzerine kazılı olduğundan haliyle biraz ağırdı, taşınması kolay değildi.) Çağlar geçti, gazetenin önemi ise değişmedi.

Bir kitap için başlangıçta bir yazar ve sonra bir editör (olmazsa olmaz), bir dergi için bir grup insan yeter (editörler çoğalır). Oysa ömrü ile ters orantılı olarak en fazla insan emeği gazetelerde bulunur. Bir gazetede, patronundan yayın yönetmenine, yazı işleri müdüründen köşe yazarına, arşivcisinden fotoğrafçısına, editöründen sayfa sekreterine, reklamcısından ulaştırma servisindeki sürücüsüne, matbaa işçisinden danışmada duran görevliler dahil birçok insanın emeği vardır ve herkes zamanla yarışır. “Bu işi sonra yapalım yoktur” en fazla birkaç saat içinde yapılmalıdır. Sonuç: Kan, ter ve gözyaşı. O gazete bayiye gelene kadar ne kavgalar yapılmış ne yağmurlar yağmıştır. Sabah kahvesi eşliğinde gazete okumak o yüzden basit bir eylem değil paha biçilmez bir deneyimdir.

Evde hiç canım sıkılmaz. Meslek hastalığı diyemem daha önce başlamıştı ama 28 yıldır düzenli bir şekilde gazetelerin kültür sanat sayfalarını biriktirir ve fırsat buldukça çekmecedeki makaslardan birini çıkarıp kendimce saklanması gereken yazılarını keser ve bir kağıda yapıştırırım. Sonra en sevdiğim aşama gelir, dolmakalemle tarih ve yayın adını yazar, sayfa boşluğuna notlar alırım. Bence kesme, yapıştırma ve tarih ile birlikte küçük bir not yazma işi olağanüstü bir terapidir. Sonra aradan aylar yıllar geçer konularına göre biriktirdiğim haberlerden-köşe yazılarından dergiler yaparım. İşte hepsi tek sayılık, paha biçilmez ve nadir dergilerden oluşan bir koleksiyon.

Yazmadığı bir yığın şiir

Bu noktada “ne gerek var her şey internet üzerinde bulunuyor zaten” diyenler olacaktır, maalesef her şey internette bulunmuyor. Bulunsa bile doğru olup olmadığı, düzgün aktarılıp aktarılmadığı şüpheli oluyor. Üstelik internette Mevlana’nın söylemediği sözler, İlhan Berk’in yazmadığı bir yığın şiir de bulunuyor. (Bu durumun değişeceğini de zannetmiyorum.) Dijital dünya çok yararlı ama geçmişi olan kurumlar hariç bana hiç güven vermiyor. Öyle bir dünya ki nitelikten çok nicelik hüküm sürüyor. Sayısal verilerden oluşan bir dünyada gerçek de etkisini kaybediyor.

Ne yapalım peki? Kaleme, kitaba, deftere, dergiye, saatlere ve gazeteye güvenelim derim. Bir düğmeye basınca silinen soğuk veriler yerine dumanı üstünde tüten ve rüzgâr nedeniyle düzgün katlayamadığımız o gazeteyi okumaya devam edelim. Bence Pindaros bugün yaşasaydı iyi bir gazete okuru olurdu ve sayfaların kenarına kalbe yumruk gibi çarpan şiirler yazardı.



Çok Okunanlar

2024-09-22 04:53:30