Yerel >> Güneydoğu Güncel Haber


ARVAS VE GAYDA MEDRESELERİ VE ÂLİMLERİ-2


Link [2022-04-20 03:12:31]



 Kendisi verdiği cevapta, “ben şimdi Nehr Köyü’ne mürşidim Seyyid Taha’yı ziyarete gidiyorum, eğer o uygun görürse ben Van’da kalırım” der. Durumu Seyyid Taha’ya arz eden Seyyid Sibğatullah kendisinden özetle şu cevabı alır: “Van’ın fethi benim ve senin elinde değildir. Bu fetih sizin hanedanınızdan başka birinin eliyle olacak fakat onun şu an hayatta olup olmadığını bilmiyorum”. Seyyid Sibğatullah bu kişinin amcazâdesi Seyyid Fehîm olabileceğini, Seyyid Fehîm’in Cizre’de ilim ve irfan tahsiliyle meşgul olduğunu söyler. Seyyid Taha bunun üzerine ondan bir sonraki gelişinde Seyyid Fehîm’i de getirmesini ister. Bir sonraki ziyaretinde yanında Seyyid Fehîm’i de götüren Seyyid Sibğatullah yolları üzerinde Başkale beldesine uğrarlar ve orada Beblesîn köyünde birine misafir olurlar. Seyyid Fehîm burada Hakkâri Valisi hakkında bilgi edinmek maksadıyla bazı sorular sorar. Kendisine bu valinin içki içen ve sarhoş gezen biri olduğu söylenince hâkimi sarhoş olan bir beldede fazla duramayacağını söyler ve sabah olur olmaz Seyyid Sibğatullah ile birlikte amcası Seyyid Muhammed’in ikamet ettiği Başkale’nin güneydoğusunda yer alan Resûlan köyüne giderler. Seyyid Sibğatullah ve Seyyid Fehîm artık ayrılma zamanı gelip Seyyid Muhammed ile vedalaşmak istediklerinde Seyyid Muhammed Seyyid Fehîm’e şunları söyler: “Yeğenim, Sibğatullah Seyyid Taha’dan alacağını almış, sıra sende. Nehrî köyü feyiz ve kerametler kaynağıdır. Oradaki Seyyid Taha büyük bir zattır. Ondan gerekli feyiz ve nispeti almadan sakın oradan ayrılma!”. Nihayet Seyyid Sibğatullah ve Seyyid Fehîm birlikte yola çıkarlar, Nehrî’ye varırlar ve bir süre orada kaldıktan sonra dönüş için izin isterler. Seyyid Taha, Seyyid Sibğatullah ve arkadaşlarına dönüş izni verir fakat, “Mela Fehîm burada kalsın” der ve onların gidişinden hemen sonra Seyyid Taha ilk iş olarak Seyyid Fehîm’e “nefy û isbat” zikrini öğretir. Sıcak bir güne denk gelen bu olay esnasında Nehrî’nin o sıcağı altında bu zikri ezberleyip öğrenen Seyyid Fehîm bu ezberini Seyyid Taha’ya arz ederken sadece “Hatt-ı Tûlanî” yerine “Hatt-ı Tûlî” demek suretiyle tek bir kelimeyi farklı okur. Seyyid Taha bu kelimeyi de düzelttikten sonra şöyle der: “Mela Fehîm altı aylık mesafeyi 24 saatte aldı”.        Yaşayışı: Seyyid Fehîm’in programlı geçen yaşantısını şöyle özetlemek mümkündür: 1)Bütün namazlarını cemaatle kılardı, cemaatsiz namaz kıldığı tespit edilmemiştir.  2)12 yaşından itibaren teheccüd namazını kaçırmamıştır. Talebelerinden Mela Abdülalim ve Mela Şaban hazır bulundukları takdirde namazı onlardan birine kıldırır, yoksa kendisi imam olurdu. 3)Ramazan ayında görevli imam namazı camide kıldırır, kendisi hususi mescidinde halife ve müritlerine kıldırırdı. 4)Teravih namazını bir cüz Kur’an ile kıldırırdı. Sahur’dan sonra sabah namazı, sabah namazından sonra da kuyluk namazını kılardı.  5)Kaylule zamanı bir iki saat uyumayı adet hâline getirmişti. Zira bazı rivayetlerde kaylule uykusunun hem gece namazına hem de sabah namazına kalkmada olumlu etkisinin olduğu belirtilmektedir. 7)Anadili olan Kürtçenin yanında Arapça, Farsça ve Türkçeyi de çok iyi bilirdi ve bunlardan hangisiyle konuşsaydı onun anadili o olduğu sanılırdı. Vefatı: Vefatından altı ay önce ahiret seferine hazırlanan Seyyid Fehîm ölümün Allah’a kavuşturan bir nimet olduğunu söyler, her sohbetini “er-Refîku’l-A’la” sözü ile bitirir ve şimdi medfun olduğu yere gözünü dikerdi. Nihayet 15 Şevval 1314/ 3 Mart 1898 yılında vefat eden bu zat uzun boylu olduğu için mezar taşı bayağı uzun yapılmıştır. Bir ara Ermeniler tarafından kırılan mezar taşları daha sonra aslına uygun olarak yeniden yapılıp yenilenmiştir. Seyyid Fehîm vefat etmeden önce dört halifesi olarak oğlu Muhammed Emîn, Seyyid Abdulhakim, Halife Derviş ve Halife Ali’yi yanına çağırarak şu vasiyette bulunmuştur: “Benden sonra yerime oğlum Muhammed Emîn geçecektir. Ancak onun da benden fazla yaşayacağını tahmin etmiyorum ve onun yerine Seyyid Abdülhakim geçsin. Kitaplarımı Arvas Kütüphanesi’ne vakfediyorum. Bildiğim kadarıyla kimseye borcum yoktur. Yine de şayet alacaklılar çıkarsa oğlum Muhammed Emîn hiç itiraz etmeden istediklerini versin. İlim ve tarikatın neşrine önem veriniz. Mürşidim Seyyid Taha yılda en az bir defa irşat için Van’a gitmemi emretmişti, benden sonra siz de bu emri yerine getiriniz! Tam araştırmadan bir konuda fetva vermeyiniz. Özellikle boşama ile ilgili meselelere bulaşmayın”. Bu vasiyetinden sonra bir süre kimseyi içeri almayan Seyyid Fehîm bir ara karpuz ister. Müküs’te karpuz olmadığı için gidip Çatak’tan getirirler. Fakat karpuzu getirenler daha yolda iken Seyyid Fehîm ruhunu teslim eder Halifeleri: Bilindiği kadrıyla Seyyid Fehîm, isimleri aşağıda belirtile dört kişiye halifelik vermiştir.  1)Oğlu Muhammed Emîn Arvasî 2)Seyyid Abdülhakîm Arvasî 3)Halife Derviş  4)Halife Ali  2. 6. Seyyid Şefik Arvasî (ö.1970)  Hayatı Seyyid Şefik Arvasî, 1884 tarihinde Arvas köyünde doğdu. Bu tarihlerde Bitlis ve çevresinde önemli simaların yetiştiği ve bölgede yetişen âlimlerin daha sonra önemli bir üne sahip oldukları bilinmektedir. Seyyid Şefik de erken yaşlardan itibaren eğitim görmeye başladı. Said Nursî’nin ilk talebelerinden olan Seyyid Şefik Arvasî, Van’daki Horhor Medresesi’nde ondan ders aldı ve burada talebelik yaptı. Ancak, bunun dışındaki eğitimi kimlerden ve ne şekilde aldığı hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. Gerek Horhor’da gördüğü eğitim ve gerekse öncesinden aldığı ders ve eğitimle iyi bir birikime sahip olduğu, özellikle Arapça’ya hâkimiyetinin çok iyi olduğu tercümelerinden anlaşılmaktadır. Seyyid Şefik, Horhor Medresesi’nde ders görmekte iken, henüz Birinci Dünya Savaşı başlamamıştı. Burada talebelerine ders veren Bediüzzaman; “maddî ve mânevî” büyük zelzelenin yaklaştığını haber verirken; Mehmed Sadık, Sabri, Mehmed Mihri ve Müküslü Hamza adlı talebeleri ile birlikte bu söylenen sözlere Mehmed Şefik de şahitlik etmiştir ve şöyle demiştir:  “Evet, Üstadımız mükerreren Birinci Harb-i Umumîden evvel çok defa bize ulûm-ı Arabiyeyi ders verdiği zaman bize kat’î bir tarzda ‘Büyük ve umumî bir zelzele yaklaşıyor, hazırlanınız. O zaman herkes benim gibi mücerretlere gıpta edecek’ diye söylüyorlardı. Pek az zamanda, onun mükerreren verdiği haber aynen çıktı. Horhor’daki eski talebeleri namına…” (Emirdağ Lâhikası, s. 325). Seyyid Şefik, bir süre Horhor Medresesi’nde eğitim gördükten sonra İstanbul’a gitti. İstanbul’a gittiği dönem Osmanlı dönemidir. İstanbul’a gelip yerleşince Fatih Medresesi’nin Sahn kısmı için yapılan imtihana katıldı. Bu imtihana katılım çok yüksek olup sekiz yüz kişi müracaat etmişti. Ancak, bunların içinde sadece sekiz kişi başarılı olabildi. Mehmed Şefik bu sekiz kişi arasına girmeyi başardı ve imtihanı kazandı. Birinci Dünya Savaşı gibi büyük bir felâket ve sonrasında işgallere karşı verilen Kurtuluş Savaşı gibi büyük olaylar yaşandı. Yeni bir ülke kuruldu ve yeni gelişmeler birbirini takip etti. Bu arada birçok hayatını kaybetti. Çoğu insanın yeri yurdu değişti. Akraba ve dostlar arasındaki irtibatlar koptu. Çok sayıda insan birbirinden habersiz hayatını devam ettirdi. Seyyid Şefik bu büyük felâketlerden sonra Bediüzzaman ile bağını koparmadığı gibi talebeliğini devam ettirdi. Seyyid Şefik Arvasî de takibata uğrayan ve hapis yatanlardan biridir. 1943 yılında tutuklanmıştır. Tutuklandığı zaman İstanbul’daydı. Tutuklandıktan sonra, kırk bir gün gibi uzun bir süre İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde tutuldu. Ardından Denizli’ye nakledildi. Denizli Hapishanesi’nde Bediüzzaman Said Nursi ile birlikte (bir süre aynı koğuşta) dokuz ay tutuklu kaldı. Bu sürenin sonunda hakkında beraat kararı verildi. Soyadı Kanunu çıkınca Arvasi soyadını almak istemişti. Ancak, nüfus memuru bunu yazıya dökerken Arvasi yerine Eryuvası’nı yazmış ve bu şekilde soyadını almıştı. Denizli Hapishanesi’nden tahliye olurken de bir yanlışlık daha yapılmıştır. Mehmed Şefik yerine, kayıtlara ismi Mehmed Şerif olarak geçmiştir. (Necmeddin Şahiner; Son Şahitler, 1. C., s. 53). Risâle-i Nurda ismi sıkça zikredilen simalardan biri olan Seyyid Şefik Arvasî, Said Nursi’ye değişik vesilelerle mektup yazar ve duygularını dile getirirdi. Risale-i Nurdan Otuz Üçüncü Söz eline geçince Üstadına hitaben; “ Şifahane-i kalbinizden tulû eden (doğan) ‘Otuz Üçüncü Söz’ünüzle otuz üç cihetten marîz (hasta) olan kalb-i mecruhumuzu (yaralı kalbimizi) tedavi buyurmanızı bilhassa istirham eylerim.” (Barla Lâhikası, s. 41) demek suretiyle samimî hislerini ifade etmiştir. Talebelerine Risâle-i Nur nüshalarını gönderen Said Nursi, bu nüshaların çoğaltılması ve özellikle Arapça ibareler hususunda Seyyid Şefik’ten istifade etmelerini tavsiye ediyordu. Hem yazım, hem de tashih hususunda talebelerini ikaz ederek; “… Hattı güzel bir zatı bulup size, kendinize istinsah etsen çok iyi olur. Fakat tashihine dikkat edilsin. Bir iki defa, kardeşim Seyyid Şefik’in muavenetiyle mukabele edilsin... İki Risâleyi Seyyid Şefik’in taht-ı nezaretinde tashihine gayet dikkat etmek şartıyla çabuk tab ediniz…” (Barla Lâhikası, s. 131) demektedir. Bir ara irtibatın koptuğu, Bediüzzaman Hazretlerinin bir mektubundaki; “Hapishanede, Risâle-i Nur’un son kâtibi kahraman Şefik acaba sağ mıdır? Nerededir? Merak ediyorum. Halil İbrahim’den sorunuz.” (Kastamonu Lahikası. 93) ifadesinden anlaşılmaktadır. Seyyid Şefik, İstanbul’da bulunduğu uzun zaman zarfında muhtelif görevlerde bulundu. İstanbul Müftülüğü Mushafları Tedkik Heyeti Reisliği, Sultan Ahmed Camisi Başimamlığı, Eyüp Camisi’nde vaizlik gibi hizmetleri ifa etti. Sultan Ahmed Camisi Başimamlığını vefatına kadar devam ettirdi. İstanbul’da bulunurken Eyüp Sultan’da ikamet etti. 13 Mart 1970 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Vefatından altı ay önce doktor olan oğlunun bir trafik kazası neticesi vefat haberini alırken büyük bir metanet ve tevekkül örneği sergiledi. Eserleri: Çok sayıda kişiye hocalık yapan Seyyid Şefik’in “Peygamber Efendimizden Hutbeler ve Sohbetler” adlı bir eseri vardır ve bu eser neşredilmiştir. Bediüzzaman’ın sürekli yanında olmuş talebelerinden olan Seyyid Şefik Arvasi, Kürt basını ve Kürt edebiyatı için de önemli katkıları olmuştur. “Kürdistan" dergisinin baş yazarlığnı yapmış ve Osmanlı coğrafyasında “Melayê Cizirî Divanı”nı ilk kez basan kişi o olmuştur. Yine bu dönemde, Melayê Bateyî’nin “Kürtçe Mevlid”ini ve Ehmedê Xanî’nin “Nubehara Biçûkan” adlı eserini yayınlayan ve geniş kitlelere ulaşmasına sebebe olan da kendisidir. Melayê Cizîrî Divanı ilk kez1904 yılında Martin Fon Hartman tarafından Berlin’de yayımlanmış; 1919 yılında da Seyyid Şefik Arvasî tarafından İstanbul’da Evkaf-ı İslamiyye Matbaası’nda basılmıştır.  B. BAŞKALE ARVAS MEDRESESİ VE ABDÜLHAKÎM ARVASÎ Başkale Arvas Medresesi  Bu tekke/medrese, Van ve çevresinde Halidiliğin yayılmasına öncülük eden Seyyid Fehîm Arvasî’nin (ö. 1313/1895) halifesi olan Seyyid Abdulhakîm Aravasî (ö. 1943)  tarafından kurulmuştur. Seyyid Abdulhakim, büyük bir kütüphanesi de bulunan bu tekke/medresede yirmi yıl ders vermekle ve irşad yapmakla meşgul olmuştur.   Seyyid Abdülhakîm Arvasî (ö. 1943) Hayatı:  Seyyid Abdülhakîm Arvasî, 1865 yılında Van’ın Başkale ilçesinde doğmuştur. Yaşadığı dönem itibariyle Sultan Abdülaziz, II. Abdülhamid ve Atatürk’ü de görmüştür. Başkale’de Sıbyan ve Rüştüye mekteplerini okuduktan sonra Irak ve Müküs gibi yerlerde medrese tahsili görmüştür. Bu tahsili sırsında okuduğu ilimlerden bazıları şunlardır: Sarf, Nahiv, Lugat, Mantık, Münazara, Vad’i, Beyân, Bedî’, Tefsîr, Fıkıh, Hadîs, Kelâm, Matematik, Astronomi,  Musikî ve Tasavvuf.  Seyyid Abdülhaîm, icazet aldığı Seyyid Fehîm Arvasî’nin emir ve tavsiyesi üzerine Başkale’de ilim ve irşad hizmetleri amacıyla bir medrese ve kütüphane kurar. Aralıksız 24 yıl medrese ve irşad faaliyetlerini yürütmüş ve medresede bulunan 15 talebesinin masraflarını kendisi karşılamıştır.  Bu uzun soluklu ilim ve irşad hizmetlerinden sonra 1943 yılında vefat etmiştir.   Eserleri  Arapça ve Farsçaya vâkıf olan Abdülhakim Arvâsî’nin tespit edilebilen eser, risâle ve mektupları şunlardır:  1. Râbıta-i Şerîfe: Bu eserde râbıtanın tanımı, mâhiyeti, uygulanması, edepleri, şartları, usûl ve keyfiyeti gibi konular yanında şerîat, din, zikir, semâ gibi muhtelif husûslar ele alınmıştır. 1342/1923 yılında basılan eser, 1974 yılında Necip Fazıl tarafından aynı isimle günümüz Türkçesine çevrilerek yayınlanmıştır.  2. er-Riyâzu’t-Tasavvufiyye: Abdülhakim Arvasî, Süleymaniye Medresesi’nde tasavvuf dersi müderrisi iken ders kitabı olarak kaleme almıştır. Eserde tasavvufun tanımı, başlangıcı, gayesi ve mevzuu gibi konularla birlikte vahdet-i vücûd, zikir, istikâmet, rızâ, murâkabe, zühd, halvet-uzlet, cem-fark fenâ-bekâ, heybet-üns, kabz-bast gibi bazı tasavvufî kavramların izahına yer vermiştir. İlk olarak 1341/1922 basılan bu eser, Necip Fazıl tarafından “Tasavvuf Bahçeleri” adıyla sadeleştirerek yayımlanmıştır.  3.Mevlüdü’n-Nebî: Osmanlıca bu küçük risalede, Hz. Peygamber’in dünyaya gelişi ve onun doğduğu geceye hürmeten okunan mevlidin hükmü gibi konular anlatılmaktadır.  4. Nefy ve İsbât Zikrinin Mufassalen Âdâbı: Bu risalede, zikrin tanımı, mâhiyeti ve âdâbının ele alınmıştır. Bu risâle, Abdülhakim Arvâsî’ye soru soran bir kişiye cevap mâhiyetinde yazılmış ve Necip Fazıl tarafından sadeleştirilen Râbıta-ı Şerîfe’nin ek kısmında kaydedilmiştir. 5. Eshâb-ı Kirâm: Bu eser, Hz. Peygamber’in arkadaşları demek olan “ashab”ın (tekili sahabî))  tanımı, fazîleti, örnek şahsiyeti ve onlarla ilgili âyet ve hadîslerden bahseden Osmanlıca bir risaledir. Bu risale,  Abdülhakim Arvasî’nin çok yakın muhiblerinden Süleyman Kuku tarafından, “Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakim Arvâsî’nin Külliyâtı” adlı eserin ikinci cildine eklemiştir.  6. Ecdâd-ı Nebî: Hz. Peygamber’in ve diğer peygamberlerin anne, baba, dedelerinden bahsedilen bu risaleyi Süleyman Kuku tarafından, “Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakim Arvâsî’nin Külliyâtı” adlı eserin ikinci cildine eklemiştir.  7. Sefer-i Âhiret: Bu eser; ölüm ve ölüme hazırlık, vefat sırasında yapılması gerekenler, ölüyü yıkamak, kefenlemek, cenaze namazı, taziye gibi konuların ele alındığı bir risaledir. Bu risale de Süleyman Kuku tarafından, “Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakim Arvâsî’nin Külliyâtı” adlı eserin ikinci cildine eklemiştir. 8. Keşkûl: Bu eser, “Sefîne-i Evliyâ” adlı eserine almak için Hüseyin Vassaf’ın Abdülhakim Arvasî’ye yönelttiği yirmi üç sorunun cevabını içermektedir. Eserde; Abdülhakim Arvâsî’nin mahlası, lakabı, doğum tarihi, âilesi, tahsili, tarikata girişi, şeyhleri, silsilesi, hicreti, seyahatleri, İstanbul’a gelişi, Kâşgarî Dergâhı’ndaki şeyhliği gibi konular yer almaktadır..  9. İslâm Hukûkunun İncelikleri: Cezaevleri umûm müdürü Baha Arıkan’ın Abdülhakim Arvâsî’ye yönelttiği İslâm hukuku ile ilgili cezâ, had, habs, ta’zîr, tekdîr, cezâların infâzı gibi dokuz soruya cevap mâhiyetinde kaleme alınmıştır.  10. Ekber-i Kebâir: Bu eser, büyük günah ve küfre sebep olan konuların neler olduğundan bahsetmektedir.  11. Namaz Risâlesi: Bu eser; Namazın farzları, sünnetleri, müstehabları, mekrûhları, müfsidleri, âdâbı, erkânı, kemâli, önemi, fazileti, mükâfatı gibi hususlardan bahseden bu risaledir. 12. Tarîkat-ı Nakşbendiyye’nin Âdâbını Mübeyyin Bir Mektup Sûreti: Bu risalede râbıta ve zikrin çeşitleri üzerinde durulmaktadır.



Çok Okunanlar

2024-10-22 15:33:08