Mikrobiyom ile sağlık arasındaki güçlü ilişki gün geçtikçe daha çok ortaya çıkıyor. Geleceğin önemli alanlarından biri haline gelecek bu konudaki girişimlerden biri olan Enbiosis hakkında ayrıntılı bilgi için: https://www.enbiosis.com.tr ve https://www.instagram.com/enbiosis adreslerini ziyaret edebilirsiniz (sponsor). 2021 sonuna kadar geçerli %30 indirim kodu: BARIS30 --- Vücudumuzun yarısından fazlası insan değil! Evet, doğru duydunuz. İnsan hücreleri, vücudumuzdaki toplam hücre sayısının sadece %43'ünü oluşturuyor. Geri kalanımız mikroplar. Şu anda üstünüzde yaklaşık şu kadar mikrop var. 1,5 kg civarında... Yani yaklaşık beynimiz kadar. İnsan hücrelerine göre çok daha küçük oldukları için az yer kaplıyorlar ama burada trilyonlarca tek hücreli canlı var. Dediğim gibi, insan hücrelerinden daha fazla sayıdalar. “Amma da pismişiz!” diye düşünmeyin. Mikrop deyince insanların aklına hemen pislikle ilişkili bizi hasta eden canlılar geliyor. Oysa içimizdeki ve üzerimizdeki mikropların çoğu öyle değil. Bazıları o kadar önemli ki onlar olmasa biz de varlığımızı sürdüremeyiz. Son araştırmalar gösteriyor ki bizi biz yapan, davranışlarımızı etkileyen, vücudumuza şekil veren şey, beynimiz kadar aynı zamanda bu mikroskobik canlılar. Onlarsız biz, biz olamayız. Hepimiz yarı yarıya mikrobuz. Şu anda yüzümü ellerken eklembacaklı canlılara dokunuyorum. Fotoğraf makinesiyle değil de bir mikroskopla “selfie” çeksem şöyle bir görüntüyle karşılaşırım. Akar ya da mayt adı verilen bu canlılar deri tozları ve parçacıklarıyla besleniyorlar. Minik bacakları ve kuyruklarıyla siz uyurken onlar geziyor, eğleniyor, hareket ediyor, birlikte oluyor, yeni bebekler dünyaya getiriyor. Bunlar herkesin yüzünde, derisinin üstünde var. Gözle görülemiyor ama en büyükleri 1 milimetrenin onda biri kadar -yani saç telinin kalınlığı kadar- olabiliyor. Bunlar üzerimizdeki nispeten büyük canlılar. Bir de içimizdeki minik canlılar var. Ağzımızı giriş noktası olarak kabul edersek oradan başlayan uzun bir deliğe sahibiz ve bu deliğin çıkış noktasını biliyorsunuz. İşte tüm bu bölgeyi bir hayvanat bahçesi olarak hayal edebilirsiniz. Kendi içinde karmaşık bir ekosistem oluşturmuş durumdalar. Buna “mikrobiyom” adı veriliyor. Gezegen ölçeğinde düşününce bazı şeyleri daha rahat anlıyoruz. Örneğin etrafımızda çeşit çeşit canlılar, bitkiler, hayvanlar var. Onları görüp, birbirlerinden ayırt edebiliyoruz. Kendinizi bir gezegen olarak düşünürseniz içinizdeki canlıları ayırt etmek o kadar kolay değil. Mesela bakteriler yuvarlak, spiral ya da çubuk şeklinde olabiliyor. Biz onların farkında bile değiliz ama yediğimiz yemeği sindirmemize yardımcı oluyorlar. Ya da vücudumuza giren tehlikeli bakteri ve virüslerle savaşmamızı sağlıyorlar. Peki nereden geliyorlar? Daha doğuştan, anne karnından itibaren içimize bu bakterileri de alıyoruz. En büyük doz doğum kanalından çıkarken anneden bebeğe aktarılıyor. Tabi sadece doğal doğumlarda... Büyürken çevremizdeki ortamdan, etkileşimde olduğumuz diğer insanlardan, hayvanlardan ve canlılardan sürekli olarak bu bakterileri de alıyoruz ve içimizdeki koleksiyonu geliştiriyoruz.